Kategoriler
Genel

Uyku Sorunları

İnsomnia (Uyuyamama Hastalığı)

Uykuya dalamama veya gece boyunca uykuyu sürdürmede zorlanma, normalden daha erken uyanma ve gün boyunca yorgun olmakla tanımlanır. İnsomnia çoğunlukla başka problemlerin belirtisidir. Uyuma zorluğu çekenlerin çoğu uygunsuz durumlarda uykuya dalmaz (örneğin direksiyon başında), eğer böyle bir durum gerçekleşirse, insomnianın sebebi uyku apnesidir.

Hamilelik ve uyku

Hamilelikleri esnasında uykusuzluk çeken kadınlar akşamüstleri kısa süreli uykularla, sıcak süt içerek veya yatmadan önce sıcak bir banyo yaparak rahatlayabilirler. Egzersizin de yardımı olabilir. Bebek bekleyen anneler yan dönerek, başlarını, karınlarını ve dizlerini yastıkla destekleyerek daha rahat uyuyabilirler.

Huzursuz Bacak Sendromu

Huzursuz bacak sendromu tedavisi olan bir rahatsızlıktır. Kafein alımını kesmeniz gereklidir, yatmadan önce sıcak bir banyo yapmak veya rahatlama egzersizlerinin faydası olabilir. Bacağınıza uygulayacağınız sıcak veya soğuk torbalar rahatlamanızı sağlayacaktır. Bazı etkili ilaçlar da vardır, fakat bunların ciddi yan etkileri olabilir.

Kabuslar ve Karabasanlar

Eğer çocuğunuz kabus görmüşse, en iyi ilaç onu rahatlatmaktır. Eğer bu kabuslar veya karabasanlar sık sık tekrarlanıyorsa, bu problem hakkında çocuğunuz doktoruyla konuşun.

Yaş

Araştırmalar, düzenli olarak egzersiz yapan, aktif yaşlıların diğerlerinden daha iyi uyuduğunu göstermiştir. Geceleri iyi uyuyamayan yaşlılar, akşamüstü uyuklamalarıyla bu açığı kapatabilirler. Yine de aşırı uyuklamaların gece uykusunu bozacağını da unutmamak gerekir. Gün boyunca, özellikle sabahları, kafi derecede güneş ışığı faydalı olabilir.

Yaşam Stili

İyi bir uyku düzenine sahipseniz, alkol, kafein ve nikotin kullanmıyorsanız ve geceleri yatmadan önce ağır yemekler yemiyorsanız, daha iyi uyursunuz. Düzenli egzersiz de uykuya faydalıdır, fakat idmanlar en geç yatmadan 2 saat önce bitmiş olmalıdır.

İlaçlar

Her gün kullanmanız gereken ilaçlar uyku düzeninizi bozabilir. Böyle bir durum oluştuğunda, doktorunuzla görüşünüz. Yeni doz ayarlamaları veya ilaç değişikliği çözüm olabilir.

Depresyon ve anksiyete

Depresyon veya anksiyete sebebiyle birkaç günden fazla uykusuz kaldıysanız, tedavi için doktorunuzla görüşün.

Kategoriler
Genel

Boşanmanın Nedenleri

Çiftler boşanmanın en geçerli sebepleri olarak  aralarındaki iletişimde, çatışma çözümlemede, cinsellik ve yakınlıktaki bozulmalar olarak gösteriyor. Araştırmalara rağmen herkesin boşanma ile ilgili bir fikri var. Bu yaygın görüşlerin bir kısmı hiçbir gerçeklik taşımazken bir kısmı da gerçeklik içeriyor.

Erkekler Marstan Kadınlar Venüs’ten…Bu gerçekçi olmayan görüşlerden biri..Eğer böyle olsaydı çiftlerin boşanma oranı % 100 olurdu..

Eşitlik İlkesi bozulur. Evlilikte eşitlik ilkesi: Sen bunu benim için yap ben de senin için bunu yapacağımdır. Buna yaygın olarak davranış alışverişi denilir.. Eğer eşiniz sizin için yeterli miktarda iyi şey yaptıysa, onun için aynı sayıda iyi şey yapabilirsiniz. Mutlu olmayan çiftler böyle bir alışverişle uğraşmazlar ama kesin olan birşey var ki mutlu çiftlerde asla böyle bir hesapla uğraşmazlar.

Düşük ya da Yüksek Beklentiler; Araştırmalar, mutlu çiftlerin ilişkilerinde beklentilerini yüksek tuttuklarını, mutsuz çiftlerin ise düşük tuttuklarını gösteriyor.

Kilit Problemleri Çözerken Başarısız Olmak; Boşanmak için güzel nedenlerden bir tanesi.. Fakat araştırmalar mutlu çiftlerin % 69’unun önemli olarak gördükleri sorunlarına bir çözüm bulamadıklarını ve bu problemlerle karşılaştıklarında uzlaşmaya ve uyumlu kalmaya çalıştıklarını gösteriyor.

Erkekler Aldatıyor.. Bu gerçekten önemli bir boşanma sebebi. Ama aldatmanın kendisinden çok sonucunda oluşan ve evliliğin temel taşlarını yerinden oynatan güven, yakınlık azalması ve çatışmanın artması gibi nedenler boşanmaya sebep oluyor.

  • Evli erkeklerin % 20-25’i en az bir defa eşini aldattığını söylüyor.
  • Çift terapistlerinin raporuna göre mahkemeye taşınan çift problemlerinin % 50 sini aldatma oluşturuyor.
  • İlk sefer boşanmaların % 90’ı aldatma nedeniyle oluyor, bu aldatma genellikle evliliğin son yılında yaşanmış olup ve boşanma sürecinde genellikle gizleniyor.
  • Uzlaştırma uzmanları aldatmanın % 20-25 oranında bir boşanma nedeni olduğunu ama % 80 oranla yakınlığı bozduğunu ve bu nedenle boşanma olduğunu söylüyor.
  • 1970 lerde erkelerin % 70’i kadınların ise % 40’ı aldatırken, son dönem çalışmaları bu oranın erkekler ve kadınlar için % 45 ile eşitlendiğini gösteriyor. Boston’da bir hastanede yapılan bir çalışmaya göre yeni doğan bebeklerin % 30 u biyolojik olmayan babalarına merhaba diyor.
  • Çiftlerin % 25’i cinsel ilişkinin olmadığı “duygusal aldatma” yaşıyorlar (örn; internet ilişkileri) Bu çiftin duygusal yakınlığını bozuyor.
Kategoriler
Genel

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Travmatik olay; doğal felaketler, savaş, göç, cinsel ya da fiziksel tacize uğrama, trafik kazaları, ölümcül bir hastalık teşhisi konması, tehlikeli bir olaya tanık olmak gibi zorlayıcı ve kişilerde ciddi derecede stres yaratan olaylar olarak tanımlanmaktadır. Travmatik olaylar 2 ana başlıkta toplanabilir: insan eliyle oluşturulan ve doğal afetler. Yapılan araştırmalar insan eliyle oluşan travmaya maruz kalan insanların daha yüksek ihtimalle post travmatik stres bozukluğuna yakalandıklarını göstermektedir. Ancak her travmatik olay yaşayan kişi travma sonrası stres bozukluğu belirtileri göstermeyebilir; olayın kendisi kadar kişilerin verdiği tepkiler de TSSB tanısı almada önemli rol oynamaktadır.

Kişide, travmatik bir olayla karşılaştıktan sonraki bir ay içinde anksiyete, depresyon ve dissosiyatif belirtileri çıkıyorsa Akut Stres Bozukluğu tanısı konmaktadır. Travma sonrası stres bozukluğu ise, yaşanan travmatik olayın ardından olayı tekrar tekrar yaşıyormuş gibi hissetme, travmatik olayı çağrıştıran yer ve kişilerden kaçınma, kabus görme, duygusal tepkilerde kısıtlılık ve aşırı uyarılma ile karakterize bir bozukluktur. TSSB’nin yaşam boyu görülme sıklığı genel toplumda %1-14 arasında değişmektedir.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtileri

Fiziksel Belirtiler

  • Mide bulantısı
  • Yorgunluk
  • Çarpıntı
  • Titreme
  • Baygınlık hissi

Duygusal Tepkiler

  • Kaygı
  • Depresif ruh hali
  • İnkar
  • Korku
  • Suçluluk
  • Panik

Zihinsel Tepkiler

  • Hafıza ile ilgili sorunlar
  • Dikkatini odaklayamama
  • Kabuslar

Davranışsal Tepkiler

  • Yerinde duramama
  • Ani tepksellik
  • Alkol ve madde alımı
  • İştah sorunları
  • Çabuk irkilme

TSSB için risk faktörleri incelendiğinde, stres kaynağı ile karşı karşıya kalma süresinin uzaması, stresörün ani olması ve kişinin hazırlıksız olması, olayın katastrofik olması, ölüm tehdidi içermesi, fiziksel yaralanmanın eşlik ediyor olması, canice ve insanlık dışı bir olayı içermesi, kişide suçluluk duygusu yaratması gibi etkenlerin travmanın şiddetini arttırdığı gözlemlenmiştir.

Kaynak:

Bilgiç, S. (2011). Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Akut Stres Bozukluğunun Klinik Açıdan   

Kategoriler
Genel

Tükenmişlik Sendromu

Tükenmişlik sendromunu basit olarak anlatmak gerekirse başarısız olma hissi denilebilir. Bir hayal kurduğunuz zaman  eğer o hayale istediğiniz şekilde erişemiyorsanız, ruhsal durumunuzda bir tükenme durumu meydana geliyor. Tükenmişlik sendromu 4 evreden oluşmakta olan tükenmişlik sendromu artık her yerde karşımıza çıkmaya başladı. Çağın hastalıklarından biri olan tükenmişlik sendromu, genellikle stres kaynaklı olmakla birlikte, stresli bir işte çalışıyorsanız ya da sürekli kendinizi strese sokacak düşüncelere kapılıyorsanız kendinizi tüketmeye başlamışsınız demektir. Tükenmişlik sendromu ilk olarak 1974 yılında ortaya atıldı, bu durum uzmanlara göre ideallerin başarılamamasından kaynaklanıyor. Fiziksel, ruhsal ve zihinsel belirtileri olan tükenmişlik sendromu kişinin hayata karşı aşırı duyarsız olmasına neden oluyorBa.

Başlıca fiziksel belirtiler şu şekilde sıralanmaktadır ;

– Terleme

– Kalp atışlarındaki düzensizlik

-Uyku problemi

– Solunum güçlüğü çekmek

-Aşırı yorgunluk

– Kendini enerjisiz hissetme.

Ruhsal belirtileri;

– Sürekli hayal kırıklığı duygusu yaşama

– Her alanda şüphe içinde olmak

– Ümitsizlik ve umutsuzluk

– Kendini değersiz ve yetersiz görme

– Daima kaygı halinde olmak.

– Sürekli değişen ruh hali

Zihinsel belirtileri ise; 

– Dikkat dağınıklığı

– Yaptığın işten sıkılma

– Karar erteleme.

Bu belirtileri taşıdığınızı düşünüyorsanız bu durum sizde tükenmişlik sendromu olduğu anlamına gelmiyor. Bunun için öncelikle doktorunuza danışmanız gerekiyor. Fakat herkes tarafından bilinen bir yöntem mevcut. O da dünyada da kabul gören Maslach Tükenmişlik Envanteri. Hastalığın tanısını koymada fayda sağlayan bu ölçekte belli sorular sorulur ve bir test içerir. Bu teste göre de hastalığa yakalanıp yakalanmadığınız anlaşılır.

Tükenmişlik Sendromu Depresyona Benzer Mi?

Evet tükenmişlik sendromunun belirtileri depresyonabenzemektedir. Fakat depresyonla arasında bir fark vardır. Depresyonda olan kişiler sürekli intihar eğiliminde olur. Fakat tükenmişlik sendromuna yakalanan kişiler genellikle hayattan \’bıktıkları\’ için bir şey yapma gereği hissetmezler. Bu hastalığın bilinen bir tedavisi bulunmamaktadır. Stres kaynaklı olduğu için bununla ilgili doktoronuza başvurmanız önemlidir. Ya da sizi hayatta buna iten nedeni bulmak için harekete geçebilirsiniz.

Kategoriler
Genel

Majör Depresyon

Majör depresyon

Depresyonun tanımı; en az 2 haftadır süren çökkün duygu durum, ilgi kayıplarının yanı sıra uzun sayılmayacak sürelerde oluşmuş vücut ağırlığı değişimleri (iştahsızlık, kilo kaybı veya çok yeme), uyku alışkanlığında değişme (uykusuzluk veya çok uyuma, uyku sürekliliğinde ve kalitesinde azalma), enerji kaybı veya halsizlik, değersizlik veya suçluluk duyguları, yoğunlaşamama veya dikkati sürdürememe, kararsızlık, yineleyen ölüm düşünceleri ile kendini gösterir.

Tüm bunlarla birlikte mesleki ve sosyal işlevsellikte azalma ve kişiler arası ilişkilerde bozulmalar söz konusudur.

Depresyon belirtileri nelerdir?

Depresyonda olan kişi konsantre olmakta ve dikkatini sürdürmekte zorlanır . Okuduklarını ve başkalarının ona söylediklerini anlayamaz duruma gelir.Depresyondaki kişi için karşılıklı dialog ağır bir yüktür; yavaş ve uzun duraksamalarla, az kelime kullanarak ve monoton bir sesle konuşurlar. Normalde zevk aldıkları şeylere karşı ilgilerini tamamen yitirirler. Gün boyu mutsuzluk, üzüntü, ağlama isteği içindedirler. İştahları son derece azalmış ya da çok artmış olabilir. Kimi insanlar gün içinde aşırı bir uyku ihtiyacı içindeyken bazıları yoğun uykusuzluk çekebilirler. Yorgunluk ve bitkinlik oldukça belirgindir. Kendilerini değersizlik ve suçluluk hisleri içinde bulurlar. Depresyondaki kişinin kişisel bakımı da hayli kötüleşir. En önemlisi de kişi, içinde bulunduğu durum hiç düzelmeyecekmiş gibi düşünür ve kendini umutsuzluk içinde hisseder.

Kimlerde depresyon görülme riski daha fazladır?

Depresyon; genellikle 20 ve 50’li yaşlar arasında görülmektedir. Kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla görüldüğü bildirilmiştir. Yaşam boyu görülme sıklığı ise % 12-25 civarındadır. Depresyon, beyindeki yapısal birtakım özellikler ve değişikliklerle ilişkilidir. Ailesinde depresyon sorunu yaşayan kişilerde, çocukluk çağı ihmal ya da istismar yaşantıları olanlarda görülme sıklığının daha fazla olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte yaşam olayları ve çevresel stres etkenleri, travmalar, aile içi şiddet, sevilen kişilerin kaybı tetikleyici olabilirken ayrılık, boşanma, emeklilik, yaşlılık, işten ayrılma gibi yaşam dönemi olayları da depresyona sebep olabilmektedir.

Depresyon tedavisi nasıldır?

Tedavide; ilaç kullanımının yanı sıra bireysel psikoterapi de önerilmektedir. İlaç tedavisi ile hastaların çoğunda şikayetler geriler, ancak tedavinin uzun süreli olduğu ve ilaçların etkisinin ortaya çıkmasının birkaç haftayı bulabileceği unutulmamalıdır. Hafif şiddette depresyonda psikoterapi öncelikli olarak seçilebilir. Bilişsel, davranışçı tedaviler, kişiler arası ilişkilere yönelen psikoterapiler depresyonda yarar sağlar. Terapide hedef; danışana kendisi ve yaşama dair yaptığı olumsuz düşüncelerin farkına varabilmesini sağlamak ve uyumu bozan bu düşüncelerin yerine daha sağlıklı bir algılayış, düşünce ve becerilerin kazanılmasını sağlamaktır. Depresyon tedavisinin sonuçlarının oldukça yüz güldürücü olduğu söylenebilmektedir.

Kategoriler
Genel

Orta Yaş Sendromu

Orta Yaş Sendromu Kadınlarda ve erkeklerde farklı şekillerde yaşanmaktadır. Bu sendrom kadınlarda 35 yaşından sonra erkeklerde ise 40 yaşından ortaya çıkmaktadır. Bu dönem her iki cinsin hayatında büyük bir dönüm noktasıdır. Hem psikolojik hem bedensel bir takım değişimler sonucu kişiler bu dönemi kendilerine göre farklı şekillerde yaşamaktadırlar.

Erkeklerde orta yaş dönemi aslında olgunluğun artık tam olarak kişinin üzerine oturduğu, hayatının düzene girdiği bir dönemdir. Bu nedenle herkes orta yaş krizi yaşayacak diye bir durum yoktur. Bazı kişiler bu dönemde Orta yaş sendromu yaşamazlar ancak bazıları hayatlarında gelişen bir takım yoğun stresli ve üzücü durumların etkisi ile ‘Orta Yaş Sendromu’nu yoğun bir şekilde yaşar ve buna ek olarak sebepsiz yere de Orta Yaş Sendromu oluşabilmektedir. Hayatını diğerlerine göre daha erken sürede oturtmuş, iyi kazancı olan, kariyerini tamamlamış istediği yere gelmiş olan erkekler bu sendroma daha yatkın durumdadırlar. Artık eskiden duyduğu heyecanı duymayan,hayallerinin hepsini 40-45 yaşına kadar tamamlamış olan beylerde bir boşluk duygusu ve gençlikte olan enerjinin eksikliği kişileri depresyona huzursuzluğa ve umutsuzluğa sürüklemektedir.

Bu dönemde erkeklerin vücutlarında yağlanma artışı olması nedeni ile bedenlerine gereğinden fazla odaklanırlar ve küçük deformeleri büyük sorun haline getirmeye başlarlar. İmaj değişikliğine yönelebilmektedirler.Hormonal dengenin de değişmesiyle birlikte erkeklerde testesteron kaybı dolayısıyla cinsel performans düşüklüğü gözlenmekte bu da kişide özgüven eksikliğine yol açabilmektedir.Genelde erkekler hayatlarında keskin değişiklikler yaparak bu dönemin üstesinden gelmeye çalışırlar. Eşlerini aldatma eğilimi gösterirler ve daha tutkulu yeni heyecanlara yönelik aşklar peşinde koşabilirler. Estetik cerrahi gibi yaşlılık belirtilerini örtecek her türlü yola başvurabilirler…

Erkeklerde organların yaşlanmaya başlaması gibi beyin de yaşlanmaya başlar bu durum unutkanlığa dikkat dağınıklığına çabuk yorulmaya açar, bununla birlikte cinsel performans düşüklüğü ortaya çıkar bu dönemi en az psikolojik hazarla atlatmak için destek almalarını önermekteyiz.

Kişiler bu dönemde varoluşunun sebebini unutup’ bu dünyada artık yapacak bir şeyimin kalmadığını düşünüyorum’ düşüncesiyle boşluk hissinden kurtulmalı her yaşın bir güzelliğinin olduğu bilincine varmalıdır. Manevi değerlere yönelinmeli ve hayatını düzene oturtacak programlar yapılmalı, iyi bir beslenme ve spor, huzur verici tatil planları yapılmalıdır.

Kendini gereksiz hissetmeye başlayan beylere aslında orta yaşın insana getirdiği olgunluk ve hayat tecrübesi ile daha yaratıcı ve akılcı işler yapılması için avantaj sağladığı belirtilmeli kendindeki üretici gücü tekrar gün yüzüne çıkarabilecek fikirler paylaşılmalıdır.Kişide beliren istek kaybı üzerine yoğunlaşılması da bu dönemin kolay atlatılmasında yardımcı olacaktır.

Kategoriler
Genel

Doğum Sonrası Depresyon

Kadınlarda doğum sonrası depresyon genellikle üç kategoriye ayrılır: baby blues depresyon, nonpsikotik postpartum depresyon ve postpartum psikoz.

Doğum sonrası en yaygın depreson Baby blues adını verdiğimiz en yaygın durum bozukluğudur. , Doğum yapan annelerin yaklaşık % 50’sini etkileyebilir. Bu  kısa ve zararsız durumun nedeni hormonal değişikliklerdir, özellikle doğumdan sonra östrojen seviyelerinde hızlı düşüş olabilir. Baby blues durum bozukluğunda en sık görülen belirtiler iştah kaybı, yorgunluk, kafa karışıklığı, üzüntü, sinirlilik, ağlama krizleri, aşırı duyarlılık ve bunalma hissidir. Bu semptomlar, doğumdan sonraki birkaç gün içinde ortaya çıkar ve yaklaşık iki hafta içinde artar. Fakat bu durum daha uzun sürerse, bir kadın klinik depresyondan muzdarip olabilir, bu durum genellikle yeni annelerin % 10-15’inde ortaya çıkar.

Amerikan Psikiyatri Birliği, doğum sonrası dört haftalık periyot içinde ortaya çıkan depresif döneme “doğum sonu depresyonu” adını verir, ancak birçok araştırmacıya göre doğum sonrası depresyon dönemi doğumdan sonraki altı aya kadar ortaya çıkmaktadır. Kadınlar bu dönemde ve doğumdan sonraki üç yıl boyunca depresyon için risk altındadır. Doğum sonu depresyonunun belirtileri baş ağrısı, göğüs ağrısı, kalp çarpıntısı ve panik atakların yanı sıra yorgunluk, üzüntü, umutsuzluk, sinirlilik ve yaşamdaki ilgi ve zevk kaybını içerebilir. Anneler bu dönemde çocuğun sağlığı hakkında sık sık endişeye kapılır ve depresif bir görüntü sergiler, anne olarak yetersizliklerinden ve hatta olması gerektiği kadar mutlu olmamalarından dolayı kendilerini suçlu hissederler.

Majör depresyon veya bipolar bozukluk adı verilen  duygudurum bozuklukları, sanrılar, halüsinasyonlar veya her ikisi ile birlikte maternal psikozun en yaygın nedenidir. Sanrılar bebek merkezli olduğunda özellikle tehlikelidir. Doğum sonrası depresyonu olan birçok anne bebeğe zarar vereceğinden korkmaktadır. Çok sık görülmemekle birlikte, kadın psikotikse risk daha fazladır. Psikotik postpartum depresyon geçiren bir kadın, başka çocukların doğumundan sonra benzer sorunlara sahip olabilir.

Çocuk Üzerindeki Etkileri

Annenin bu depresyon durumu, çocuğuyla ilgili endişelerinin bir kısmını gerçekçi kılabilir. Bebekler, annelerinin üzüntüsüne, sessizliğine ve dikkatsizliğine son derece duyarlıdır. Bir araştırmada, 3 aylık bebeklerin annelerinden, üç dakika boyunca depresyon simülasyonu yapmaları istendi. Anneler bu süreçte monoton konuştular, ifadesiz kaldılar ve çocuğa dokunmaktan kaçındılar. Bu bize gösteriyor ki bu yaşlarda bile bebekler, annelerinin görünürdeki duygu durumundaki geçici değişikliklere cevap verebilmektedirler. Araştırma sonucunda bebekler, annelerinden uzak durdular ve anneler normal davranmaya başladıktan sonra bile bir süre devam eden sıkıntı belirtileri gösterdiler.

Uzun vadede, çocuk gelişimi etkilenebilir. Genel olarak depresif anne babaların çocukları depresyona karşı oldukça savunmasızdır ve doğum sonrası depresyonu olan annelerin çocukları için uzun süreli uyum bazen bir sorundur. Bir çalışmada, doğum sonrası depresyonu olan 55 kadının çocukları (doğumdan sonraki birkaç ay içinde ve beş yıllık bir süre boyunca), 40 sağlıklı kadının çocuklarıyla karşılaştırıldı. Bu araştırma için öğretmenlerin raporları kullanılmıştır. En çok düşük sınıf ailelerden gelen çocuklar etkilendi. Bu grupta, araştırmacılar klinik olarak anlamlı davranış problemlerini (özellikle hiperaktivite ve dikkat dağınıklığı) ortalamadan yüksek bulmuştur.

İlaç Tedavisi

Antidepresan ilaçlar hamilelik esnasında ve doğumdan sonra depresyon için standart bir tedavi yöntemidir, ancak birçok anne ve anne adayı ilaçların çocuk üzerindeki etkileri konusunda endişelidir. Bazı potansiyel riskleri şu şekilde sıralayabiliriz; doğum kusurları, yeni doğan toksisitesi (titreme, beslenme zorluğu ve düzensiz kalp atışı veya solunum sıkıntıları) ve uzun süreli bilişsel, duygusal veya davranışsal etkilerdir.

Antidepresan alan bazı kadınlar, çocuk sahibi olmadan önce ilaç kullanımını bırakmak isteyebilir. Hamile veya emzirirken depresyona giren bazı anneler ise ilaç kullanmamayı tercih edebilir.Bu durum, depresyonun ne kadar şiddetli olduğu ve hem anne hem de çocuğun semptomlarıyla ne kadar iyi baş edebileceğine bağlıdır. Hamile ve emziren anneler, uzun süreli depresyonun hem kendileri hem de çocukları için ilaç yan etkilerinden daha riskli olabileceğinin farkında olmalıdırlar.