Kategoriler
Genel

Psikolojik Destek

Sosyal fobi sanılanın aksine çok sık görülen ve kişinin hayatını doğru yoldan etkileyen, hayat kalitesini düşüren bir psikolojik rahatsızlıktır. Sosyal fobi sahibi kişi, insanlar tarafından yargılanmak korkusu taşır. Alay konusu olmak, onlar tarafından gülünç ya da tuhaf bulunmak kaygısını duyarlar. Tüm hareketlerinden ve korku duyduklarının anlaşılacağı değişimlerinin farkedilmesinden çekinir ve utanırlar. Bunlar terleme, kızarma ya da titreme gibi kendisini gösteren durumlardır.

Her zaman aynı şekilde ve şiddette kendisin göstermeyen bu korku, daha sıklıkla kişinin sınav, mülakat ya da bir şekilde değerlendirildiği durumlarda ortaya çıkar. Özellikle karşı cins ile konuşurken ortaya çıkması sık rastlanılan bir örnektir. Kişi bu durumlardan kaçınmaya ya da maruz kaldığında korku içinde atlatmaya çalışır. Yaşadıkları bu durum çoğu zaman, kişilerin fiziksel olarak tepkiler vermesi ile sonuçlanır. Kalp çarpıntısı, mide bulantısı gibi tepkiler oldukça fazla görülür. Bu kişiler sosyal hayatın getirmiş olduğu bir eş ya da partner bulma ya da işlerini yapma konusunda zorluk yaşarlar.

Sosyal fobi, oldukça sık görülen psikolojik rahatsızlıklardan biridir. Yapılan araştırmalar bu rahatsızlığın erkeklere oranla kadınlarda çok daha fazla görüldüğünü göstermiştir. İlk gençlik yıllarında ya da çocuklukta ortaya çıkan bu hastalık ile ilgili mutlaka uzman kişilerden yardım alınması gereklidir. Profesyonel bir destek ile çoğu zaman iyileşen hastalar, ihmal edildiği takdirde kalıcı olarak bu hastalıkla mücadele etmek zorunda kalırlar. Zamanında müdahale edilip, tedavi edilmezse arkasından depresyon ya da madde bağımlılığı gibi yıkıcı sonuçlar doğurması olasıdır.

Başta kişilik özellikleri olmak üzere, genetik yatkınlık, yetişme şekli, sevdiği bir yakının kaybı ya da diğer insanlar tarafından aşağılanma ya da alay etme şeklinde kötü davranışlara maruz kalmak bu hastalığın oluşumuna etkilidir.

Bu hastalıkla başa çıkabilmek için bir uzman yardımı şarttır. Bu hastalığa neden olan kaygıların kökenine inerek saptanması ve bu korkularla yüzleşme sağlanması yoluyla tedaviye başlanır. Bazı durumlarda ilaçla tedavi ile de desteklenerek kişinin iyileşme sürece hızlandırılıp, sosyal hayata kazandırılır.

Kendinizde ya da bir yakınınızda benzer davranışlar gözlemlediğinizde ciddiyetle konunun üzerinde durmalı ve tedavi için adım atılmalıdır.  Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde sizlere bu ve benzer psikolojik rahatsızlıklar konusunda yardımcı olmaktadır. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

(0531) 894 1018
0 538 429 91 05

Kategoriler
Genel

Gevşeme Egzersizi

Gevşeme çalışmalarının ilk basamağı nefesimizi kontrol altına almaktır. Bilindiği gibi solunum sistemimiz otonom, yanı kendi kendine çalışan bir sistemdir. Fakat aynı zamanda biz irade olarak da solunumumuzu kontrol edebiliriz. Nefesimizi tutabilir, verebilir ve alabiliriz. Nefes almayı, vermeyi ve tutmayı bir düzen içinde öğrenmek, gevşetme çalışmaları için çok önemlidir.

Vücudun tamamen gevşemesi, ancak düzenli bir nefes pratiğinden sonra mümkün olur. Bu yüzden nefes egzersizlerine mutlaka ve aksatmadan yapmalısınız. Akciğerlerimizi üç bölüm halinde düşünebiliriz. Üst kısım, orta kısım ve alt kısım. Derin nefes bu üç kısmın ortaklaşa çalışması ile mümkün olur. Derin nefes önce akciğerin alt kısmının hava ile dolması ile baslar. Mide ve kaburgaların alt kısmı genişler, sonra orta kısım hava ile dolar. Yanı göğüsler genişler ve en son olarak da omuzlar hafifçe kalkar. İnsanların pek çoğu ciğerlerinin bir bölümünü çalıştırmamaktadır. Oysa sağlıklı bir nefes ciğerlerin üç kısmının da çalışması ile mümkündür. Sizde bu alıştırmaları yaparak ve öğrenerek zamanla ciğerlerinizin tümünü kullanabilirsiniz.

Nefes alma egzersizleri sırasında sakınmanız gereken davranışlar şunlardır:

  • Nefesinizi birden almayın, yanı aniden ciğerlerinizi hava ile doldurmayın,
  • Ağızdan değil burnunuzdan nefes alın,
  • En önemlisi nefes egzersizlerini arka arkaya tekrar etmeyin,

Her nefes alışınızın arasına 5-6 kere de normal nefes alış verişinizi koymanız gerekir. Bunu yapmadığınız takdir de kandaki oksijen miktarı artacağından, sizde baş dönmesi yaratabilir. Nefes egzersizlerinden sonra kasların gevşetilmesine geçilecektir. Bu çalışma vücudumuzdaki kas gruplarının ıradı olarak gerilmesini, sonrada gevşetilmesini içerir. Bir kas gergin olduğunda bu gerginlik ne derece yoğunsa kas serbest olduğunda yaşanacak olan gevşeme yanı ölçüde yoğun olacaktır.

Gevşeme tanığını uygulamak için en elverişli ortam loş ışıklı, sakın bir odadır. Egzersiz böyle bir odada sırt üstü yatarak yapılmalıdır. Eğer yatarak yapılan çalışmalarda uykuya dalıyorsanız uygulamalarınızı rahat bir koltuğa oturarak yapmayı tercih ed.ın. Çünkü gevşeme tekniği ile amaçlanan uykuya dalmak değil, tersine en fazla uyanıklıkla en derin gevşemeye ulaşabilmektir. Bulunduğunuz odada seslerin az olmasına dikkat edin. Ayrıca odanın ısısı sızı ne üşütmeli ne de terletmelidir.

Uygulama esnasında ayak ayaküstüne atmak, elleri ve parmakları kavuşturmak, üst üste koymak sakıncalıdır. Elleriniz ve ayaklarınız hafifçe ıkın yana açık olmalıdır. Alıştırmalar sırasında bedeni sıkan kemer, ayakkabı ve dar elbiseler çıkarılmalıdır. Bu tür giysiler nefes alışımızı, kaslarınızı gevşetmenizi olumsuz yönde etkiler. Size verilen egzersizleri sırayla yapmanız çok önemlidir.

Verilen egzersizi yapmadan bir sonraki egzersize geçmeyin. Acele etmenize gerek yoktur. Egzersizleri mümkünse günde iki kez, bu mümkün olmaz ise mutlaka bir kez uygulamalısınız. Çalışmayı yaparken çok uykulu ve yorgun dahi olsanız uyumayın. Eğer zıhınınız başka konular üzerine kayarsa, söyleyeceğiniz şeyler üzerine tıkatınız yoğunlaştırmaya çalısın. Alıştırmalar ilerledikçe giderek daha sakin, daha gevşemiş ve huzurlu bir hale geleceksiniz.

Gözlerinizi yavaşça kapayın. Sağ elanızı gözbağınızın üzerine, sol elinizi de göğsünüzün üzerine koyun. Nefes alıp verirken sol eliniz göğsünüzün inip kalktığını hissedin. Su anda ciğerlerinizin üst kısmı ile nefes alıyorsunuz demektir. Şimdi ciğerlerinizin alt kısmını hava ile doldurmaya, karnınızdan solunum yapmaya çalısın. Midenizin üzerindeki sağ eliniz inip kalkmaya başladıysa bunu başarıyorsunuz demektir. Şimdi düşüncelerinizi tamamen nefes alıp vermeniz üzerinde odaklaştırın.

Burnunuzdan havanın girip çıktığını hissedin. Yavaşça derin bir nefes alın, nefesinizi tutun ve nefesinizi verin. kendinizi zorlamadan, gerilim duymadan oldukça rahat bir şekilde nefes alın. Kısa bir alıştırma yapalım. Önce ciğerlerinizin bir balon gibi olduğunu hayal edin. Şimdi sönen bir balonda olduğu gibi yavaşça ve zorlamadan içinizdeki havayı boşaltın. Başlayabilirsiniz… artık ciğerleriniz boşaldı. Nefes almadan iki saniye bekleyin. Tekrar yavaşça derin derin nefes alın, tutun ve verin, bütün vücudunuzun gevşediğini hissedin… Çok güzel!..

Şimdi bu egzersizi tekrar edelim; derin bir nefes alın… Nefesinizi tutun… Yavaşça verin… Tüm vücudunuz gevşiyor… Sakın, rahat ve huzur dolusunuz… Nefesinizi her verişte, sızı kaplayan gevşeme duygusunu hissedin… Gerilimin yerini alan derin huzuru hissedin… Kaslarımızı gevşetme çalışmasına geçelim. En rahat olduğunuz sekli alın, oturun veya sırt üstü yatın. Başlangıçta bu çalışmayı sırt üstü yatar durumda yapmanız sızın ıkın daha kolay olacaktır.

Yatar durumdayken kollarınızın ıkın yanda olmasına dikkat edin. Bacak bacak üstüne atmayın. Gazlarınızı kapatın… Daha önce öğrendiğiniz gibi derin bir nefes alın, nefesinizi tutun ve verin… Sıkın yumruğunuzu da sıkın… İyice sıkın… Yumruklarınızın ve ellerinizin gerginliğini hissedin… Şimdi gevşetin… Bu gerginliğin yavaş yavaş ortadan kalktığını hissedin… Çok iyi… Ellerinizin ne kadar gevşediğini hissedin… Yavaşça derin bir nefes… Nefesinizi tutun ve bırakın. Şimdi kollarınızı ve yumruklarınızı birlikte sıkacaksınız. Başlayın ve iyice sıkın… Ellerinizdeki ve kollarınızdaki gerginliği hissedin… Serbest bırakın… Tamamen gevsek bırakın… Ne kadar gevşediğinizi hissedin… Çok iyi… !

Yavaşça derin bir nefes alın, nefesinizi tutun ve bırakın. Sağ omzunuzu kulağınıza doğru kaldırmaya çalısın, iyice kaldırın… Şimdi gerginliği hissedeceksiniz. Yavaş yavaş serbest bırakın… Tamamen gevşemesini sağlayın… Omzunuzdaki gevşemeyi hissedin… Şimdi sol omzumuza aynı şeyi yapacağız. Sol omzunuzu kulağınıza doğru kaldırmaya çalısın… İyice kaldırın gerginliği hissedin… Yavaş yavaş serbest bırakın, gevşemesini sağlayın… Omzunuzdaki gevşemeyi hissedin…

Yavaşça derin bir nefes alın, nefesinizi tutun ve bırakın. Sağ ayağınızdaki kasları germeye çalısın, ayak parmaklarınızı iyice kıvırın ve bu gerginliği hissedin… İyice hissedin… Yavaş yavaş bırakın. Tamamen gevşemesini sağlayın… Bütün gerginliğin akıp gitmesini sağlayın. Şimdi de sol ayağınızdaki kasları germeye çalısın. Sol ayağınızın parmaklarını iyice kıvırın ve bu gerginliği hissedin. İyice gerin… Yavaş yavaş bırakın, tamamen gevşemesini sağlayın… Çok iyi. Yavaşça derin bir nefes alın, nefesinizi tutun ve bırakın.

Şimdi aynı şeyi kalçalar ve bacaklarla yapacağız… Sol bacağınızı ve kalçanızı gerin… İyice gerin… Bu gerginliği hissedin… Bırakın şimdi… Yavaşça gevşetin, gevşemeyi hissedin… Sol bacağınızı ve kalçanızı gerin. İyice gerin. Bu gerginliği hissedin… Şimdi bırakın… Yavaşça gevşetin ve gevşemeyi hissedin. Bütün gerginlik vücudunuzda akıp gidiyor. Yavaşça derin bir nefes alın, nefesinizi tutun ve bırakın. Şimdi yumruklarınızı, kollarınızı omuzlarınızı ayaklarınızı ve bacaklarınızı hep birlikte ve aynı anda gereceksiniz. Yumruklarınızı sıkın. Kollarınızı omuzlarınızı gerin. Ayak parmaklarınızı, bacaklarınızı iyice gerin. Daha kuvvetli gerin… Öylece tutun. Şimdi bırakın… Tamamen bırakın. İyice gevşetin…

Tüm vücudumuzu tatlı bir gevşeme kaplıyor… Şimdi karın kaslarınızı kasın, iyice kasın, karnınızdaki gerginliği iyice gerginliği hissedin. Serbest bırakın, tamamen gevşetin. Karın kaslarınızın tamamen gevşediğini hissedin. Karnınızın giderek yumuşadığını hissedin. Çok iyi! Yavaşça derin bir nefes alın. Nefesinizi tutun ve bırakın. Basınızı çeneniz göğsünüze değecek şekilde öne doğru bükün. Boynunuzdaki gerilimi hissedin. Yavaşça serbest bırakın. Gevşetin gevşemeyi hissedin. Dudaklarınızı olabildiğince sıkın. Daha kuvvetli gerginliği hissedin. Tamamen gevşetin. Bu gevşemeyi hissedin.

Dişlerinizi iyice sıkın. Daha kuvvetli… Gerginliği hissedin. Şimdi bırakın. Tamamen gevşetin. Çene kaslarınızda gevşiyor… Çok iyi… Derin bir nefes alın. Nefesinizi tutun ve bırakın… Şimdi alın kaslarınıza doğru ilerleyin. Bir şeye canınız sıkılmış gibi alnınızı iyice kırıştırın… Alnınızdaki gerginliği hissedin… Şimdi bırakın… Tamamen gevşetin… Güzel. Sızı saran gevşemeyi, rahatlamayı hissedin. Gazlarınızı sıkı sıkı kapatın… İyice sıkın… Gözlerinizin etrafındaki gerilimi hissedin. Şimdi gözlerinizi gevşetin. Tamamen bırakın. Çok iyi…

Yavaşça derin bir nefes alın. Yavaşça derin bir nefes alın, nefesinizi tutun ve bırakın. Şimdi son kez tüm vücudunuzu gereceksiniz. Kollarınızı, bacaklarınızı, ayaklarınızı, dudaklarınızı, alnınızı hep birlikte gereceksiniz. Tüm vücudunuz gerilmeli. Başlayın. İyice gerilin. Tüm vücudunuz gerilsin. Şimdi yavaşça bırakın. Tüm vücudunuzu gevşetin. İyice gevşetin. Çok iyi. Yavaşça derin bir nefes alın, nefesinizi tutun ve bırakın. Vücudunuz tamamen gevşedi. Sakın, rahat ve huzur dolusunuz. Tüm gerginlikler vücudunuzdan akıp gitti. Enerji dolusunuz. Zihniniz pırıl pırıl ve berrak. Kendinizi formda hissediyorsunuz. Şimdi artık gözlerinizi yavaşça açabilirsiniz.

Kategoriler
Genel

Obsesyon

Türkçe karşılığı takıntı olan obsesyon günlük dilde, evham, kuşku ve şüphe gibi kelimelerle de ifade edilen obsesyonpsikoloji biliminin önemli konularındandır.  “Elime mikrop bulaşmış mıdır?” , “Ütüyü fişte mi bıraktım?” ve benzeri soruları tekrarlayan bir ruh halidir. Başlıca yaşanılan üç temel şekli vardır. Obsesif düşünce, obsesif imaj, obsesif dürtü olarak sayılabilir. Obsesif düşünce, inatçı ve kişiyi rahatsız edici düşüncelerden kurtulamama durumu olarak özetlenebilir. Obsesif imaj ise yine aynı şekilde rahatsızlık veren görsel ya da anlı yaşantılardır. Obsesif dürtü ise, istenmeyen davranışa zorlayan dürtüler şeklinde kendisini gösterir.

Obsesif kompulsif bozukluk hastaları pek çok obsesyon ve kompulsiyon yaşamaktadır. Kişide bazen sadece birkaç tanesi görülebilirken bazen tamamı da görülebilir. Bulaşma obsesyonu, kuşku obsesyonu, cinsel ve dinsel obsesyonlar, saldırganlık obsesyonu ve simetri obsesyonu başlıcalarındandır.

Bulaşma obsesyonu en çok karşılaşılan obsesyon türlerinden biri olarak görülür. Bu obsesyon türünde, kişi mikroplu olduğunu düşündüğü ortamlardan uzak durur ya da aşırı temizlik yapmak gibi kompulsif davranışlar sergiler.

Kuşku obsesyonunda ise kişi en anlaşılabilir haliyle, bir türlü emin olamama hali yaşarlar. Kapıyı kilitledim mi? gibi sorularla baş etmeye çalışan kişi, çoğunlukla yapabileceği bir ihmal nedeniyle bir kayıba ya da zarara neden olmak endişesi taşır.

Saldırganlık obsesyonu görülen kişiler daha çok acaba kendi çocuğumu bıçaklar mıyım? Ya da intihar eder miyim? gibi ciddi sonuçları olacak düşüncelere sahiptir. Genelde bu kişiler, kesici aletlerden ya da sevdiklerinden uzak durma gibi eğilimler gösterirler. Bu duruma karşı üretilen savunma hareketleri ya da başa çıkma yöntemleri ise kompulsif tarzda hareketler olarak nitelendirilir.

Bir başka sık rastlanılan obsesyon türü ise cinsel obsesyonlardır. Kişi toplum tarafından iyi karşılanmayacak, ayıplanacak tarzda cinsel içerikli obsesyonlara sahiptir. Kendisiyle ya da başkalarıyla ilgili cinsel kaygılar yaşarlar. Yıkanma gibi kompulsiyonların takip ettiği bu obsesyon türünde, günahkar olma korkusu, suçluluk ve utanma duyguları yaşanır.

Dinsel obsesyonda ise kişi dini konularda yine toplum tarafından kabul edilemez düşünceleri taşır.

Simetri obsesyonu ise yine oldukça sık görülen obsesyon türleri arasındadır. Bu durumdayken kişi, her şeyin düzenli ve derli toplu olması gerekliliği konusunda katı bir düşünce tarzına sahiptir. Sıraya koyma, düzenleme gibi kompulsif davranışlar gösterirler.

Bu obsesyon türleri dışında somatik obsesyon ( hastalık korkusu) , biriktirme, saklama obsesyonu gibi türleri de mevcuttur. Bunların dışında çok sık karşılaşılan uğurlu ya da uğursuz sayılar ve renklere karşı takıntılı inançlar, kaybetme korkusu  gibi obsesyonlar da görülmektedir.

Kategoriler
Genel

Kaygı Bozukluğu

Kaygı bozukluğu psikiyatri alanındaki adıyla anksiyete bozukluğu gruptaki diğer hastalıklarla benzer özellikler göstermektedir. Hastanın kendi vücudunda ya da kendisi dışında kalan dış çevrede algıladığı çeşitli uyaranları büyük birer tehdit veya tehlike olarak algılamasıyla ortaya çıkan, kontrol edilemeyen korku, kaygı, gerginlik ve endişe belirtilerinin baş göstermesi durumu “kaygı bozukluğu” olarak adlandırılmaktadır. Kaygı (anksiyete) bozukluklarında korku, gerginlik, endişe gibi duyguların ortaya çıkışını engellemek için belli olaylardan kaçış oldukça yaygındır.

Kaygı Bozukluğunun Nedenleri

Kaygı (anksiyete) bozukluğunun net bir nedeni belirlenememiştir. Bununla birlikte birçok hastalığın kalıtsal özelliklerden beslenmesi gibi kaygı bozukluğunda da kalıtsal yatkınlık söz konusudur. Bu konuda yapılan uzun araştırmalar sonucunda tek yumurta ikizlerinin her ikisinde de kaygı bozukluğu görüldüğü saptanmıştır. Ancak bu örnek kaygı bozukluğunun sadece kalıtsal olduğu yargısını ortaya çıkarmaz. Birçok çevresel ve biyolojik faktörler hastalığın oluşmasında etkendir.

Kaygı Bozukluğunun Belirtileri

  • Kaygı (anksiyete) bozukluğunun belirtileri hem bedensel hem de psikolojik olmaktadır. Bu hastalığın göze çarpan ilk bedensel belirtisi aşırı düzeyde endişe halidir. Hasta olay ya da durumlara endişe düzeyi çok yüksek şekilde yaklaşır.
  • Kaygı duymak ve tasalanmak da kaygı bozukluğunun diğer belirtileri arasındadır.
  • Hastanın kaygı, korku ve endişe düzeyinin yüksek olması olay ya da durumlarda konsatrasyon eksikliği göstermesine neden olur. Odaklanamama, kaygı bozukluğunun öne çıkan belirtilerindendir. Boyutunun ileri derecelerde olması sonucunda hastanın özel hayatında ve sosyal çevresinde aksaklıklar yaşamasına neden olur.
  • Bu hastalarda sık sık yaşanan ve dile getirdikleri ölüm korkusu hayattan zevk almalarına engel olur. Üstelik bu korkuyu çok fazla büyüttüklerinden korkulu rüyalar görmeleri de yaygın bir belirtidir.
  • Psikolojik belirtilerin dışında kolayca gözlemlenen bedensel belirtilerden biri kalp çarpıntısıdır. Otonom sinir sistemi dediğimiz sistemin aşırı çalışması sonucunda kalp atışındaki aşırı artış ve nabız yüksekliği hastaya zor anlar yaşatır. Kalp çarpıntısının başlamasına paralel olarak aşırı terleme durumu da bu hastalığın belirtilerinden kabul edilir.
  • Çarpıntının dışında rahat nefes alamamanın bir sonucu olan boğulma hissi hastalarda sıkça gözlenen bir diğer belirtidir.
  • Bedensel belirtilerin arasında hastanın sık sık yaşadığı baş dönmesi ve baş ağrısı da bulunmaktadır.
  • Son olarak vücudun bütünün özellikle de ellerin titremesi, ağızda kuruluk, kaslarda aşırı gerilme

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Kategoriler
Genel

Depresyon

Depresyon, hissettiğiniz davranışları, düşünme biçiminizi ve davranış biçiminizi olumsuz etkileyen yaygın ve ciddi tıbbi bir hastalıktır. Depresyon, Duygusal ve fiziksel problemlerin ve iş yerinde ve evde çalışabilme kabiliyetine yol açabilir.

 Depresyonu sıklığı ne kadardır ?

Genel olarak majör depresyon yaygınlığı % 3-5,8 kadardır. Bir yıllık yaygınlık % 2,6-6,2 olarak verilmektedir. Hayat boyu risk erkekler için % 3-12, kadınlar için % 10-26’dır. Farklı araştırmalara göre farklı rakamlar verilmekle birlikte tüm oranlar buna yakındır. Epidemiyolojik veriler herhangi bir yılda kadınların % 13’ü, erkeklerin % 8’inin depresyonda olduğunu göstermektedir. Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışmasında 12 aylık depresif nöbet yaygınlığı kadınlarda % 5,4, erkeklerde % 2,3, tüm nüfusta % 4,0 olarak verilmektedir. Görüldüğü gibi kadınlarda iki kat daha fazladır. Yineleyici depresyonlar kadınlarda daha sıktır. Akut atak geçirenlerin % 15 kadarında depresyon süreğenleşme eğilimi gösterir.

Depresyon için risk etkenleri nelerdir?

  • Erken ebeveyn kaybı
  • Madde ve alkol kötü kullanımı
  • Anksiyete bozuklukları
  • Kadın olmak
  • Erken ebeveyn kaybı
  • Düşük sosyoekonomik düzey
  • Ayrı yaşama, boşanmış olma
  • İşsizlik: İşsizlik depresyonda risk etkeni olması yanında işte verimliliği azalmasının önemli nedenlerindendir.
  • Daha önce depresyon geçirmiş olma
  • Yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri
  • Kişilik yapısı
  • Çocukluk döneminde cinsel veya fiziksel kötü davranılma öyküsü
  • Bazı ilaçlar
  • Tıbbi hastalıklar
  • Hormonsal değişiklikler.

Depresyonda cinsiyet farklılığı nasıl açıklanabilir ?

Kadınlarda depresyonun erkeklere göre iki kat fazla olması erkeklerin belirtilerini, alkol kullanımı, değişik eyleme vurum davranışları şeklinde ifade etmesi, kadınların bu olanakları kullanamamaları, aynı stres etkeni karşısında daha yoğun belirtiler göstermesi biçiminde açıklanmaktadır. Diğer önemli bir açıklama da hormonsal nedenler ve geleneksel kadın rolü ile ilgilidir. Ayrıca kadınlarda gebelik, doğum, premenstrüel dönem gibi biyolojik ve psikolojik olarak depresyona yatkınlık yaratan ek özellikler vardır. Cinsel ve fiziksel istismar da kadınları daha çok etkilemektedir.

Kadın ve erkeklerde depresyon sıklığı ile ilgili olarak aşağıdaki sıralama yapılabilir (en azdan en sıka doğru):

  • Evli erkek
  • Evli kadın
  • Bekar veya dul kadın
  • Bekar, dul, boşanmış erkek
  • Ayrı yaşayan ve boşanmış erkek

Depresyonun klinik belirtileri nelerdir ?

Klinik depresyonun temel niteliği hoş olmayan duygu durum, ilgi ve zevk azlığı, umutsuzluk ve karamsarlıktır. Olgular derin bir üzüntü yaşarlar. Gelecekleri ve yaşadıkları ile ilgili olarak hep kötümser düşünürler. Hastada depresif duygu durum ile birlikte değişik etkinlik ve sorumluluklara karşı ilgi kaybı izlenir. Olağan etkinliklerden zevk alamaz. İş, özel zevkler, bireysel ilişkiler, cinsel aktivite de dâhil olmak üzere hiçbir şeyden zevk alamazlar. Bazı olgularda önde gelen belirti bunaltı olabilir. Anksiyete (bunaltı, kaygı) düzeyi çok artabilir, ajitasyon (huzursuzluk) gösterebilirler. Genel olarak ilgileri azalır. Umutsuzluk ve çaresizlik duyguları o kadar yoğun olabilir ki düştükleri bu durumdan hiçbir şekilde kurtulamayacaklarını düşünebilirler. Depresif hastalar basit günlük aktiviteleri bile yapmakta güçlük çekerler. İş, aile, para ve kendi sağlıkları ile aşırı biçimde kafaları meşgul olur. Enerji düzeyi azalır. Bazı olgularda önde gelen belirti somatik belirtiler olabilir. Tepkisel davranırlar.

Umutsuzluk, kötümserlik, benlik saygısında düşme ve suçluluk duyguları intihar düşünce ve eylemlerini uyarır. Sevilenle yeniden birleşme düşünceleri ortaya çıkabilir. Düşünce içeriğinde geçmiş olaylar önemli bir yer tutar. Yoğun anksiyete (bunaltı, kaygı) belirtilerinin depresyon olgularında intihar girişimleri için belirleyici bir etken olduğu ileri sürülmektedir. İntihar düşünceleri ve girişimleri depresyonun önemli belirtilerindendir.

Depresif olguların çoğunda duygu durum değişiklikleri ile birlikte iştah ve kilo kaybı bulunur.

Uyku bozukluğu depresyonun çok sık karşılaşılan bir belirtisidir. Dalgınlık, unutkanlık olabilir. Bazen ağır olgularda aklından geçenlerle dış dünyada olanlar birbirine karıştırılabilir.

Depresyon tanısı nasıl konur ?

Depresyon tanısı koyabilmek için anlatılan belirtilerin tamamının bulunması gerekmez. Yukardaki belirtilerden bir küme işlevselliği bozacak kadar ağır ise ve başka nedenlere bağlanamıyorsa tanı konur.

Çocuklarda depresyon görülür mü ?

Evet. Çocukluk döneminde de depresyon görülebilir. Tedavi edilmemesi halinde uzayabilir ve erişkinlikte de sürebilir. Çocuklarda depresyon belirtileri bazen erişkinliktekinden ayrılabilir. Okul reddi, hastalık uydurma, ebeveynlerini kaybetme kaygısı, okul sorunları biçiminde kendini gösterebilir.

Depresyonun seyri nasıldır ?

Depresyon olgularının % 85 ya da daha fazlası bilinen olağan tedavi yöntemlerinden yararlanır. Tedavi edilmeyen olgular ise 6-24 ayda düzelirler. % 5-10 kadar olguda ise iki yıldan fazla sürer. Tedavi ile bu süre birkaç hafta ile birkaç aya indirilebilmektedir. Tedaviye erken başlamak yanıt alma süresini kısaltır. %10-15 olgu ise süreğen seyir gösterir. Başlama yaşı yönünden aynı aile bireyleri arasında ilişki vardır. Erken başlayanlarda yineleme olasılığı daha yüksektir. Stres etkenleri ile başlaması arasında bir ilişki olabilmekle birlikte bu zorunlu değildir. Depresyon yaşam boyu ataklar ve yinelemelerle sürer.

Depresyon tekrarlar mı ?

Depresyon yineleyici bir hastalıktır. Daha önce tekrarlamış olması tekrarlama olasılığını arttırır.

Depresyonda yineleme için risk etkenleri

  • Kalıntı belirtilerin varlığı
  • Daha önce depresyon geçirmiş olmak
  • Kronik depresyon
  • Duygu durum bozuklukları için aile öyküsü
  • Anksiyete ve madde kullanımı depresyonla birlikte görülmesi
  • Depresyonun 60 yaş üzerinde başlaması

Depresyonun nedenleri nelerdir ?

Birçok psikiyatrik hastalıkta olduğu gibi depresyonda da tüm kliniği açıklayacak bir model bulunmamaktadır. Genel kabul gören görüş beyinde kimyasal iletimde rol alan maddelerle ilgili bir dengesizliğin olmasıdır. Bu dengesizlik çevresel nedenlerden etkilenmektedir.

Uyku bozuklukları depresyona neden olabilir mi ?

Uyku sorunu depresyonun önemli bir belirtisi olması yanında depresyona da neden olabilir. Son yıllarda uzun süreli uykusuzluğun depresyona yol açabileceği konusunda kanıtlar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle uyku düzeninin sağlanması tedavinin temel amaçlarından biri olmalıdır. Bu amaçla olguların alkol almaları uyku sorununu genellikle kötüleştirmektedir.

İlaçlar depresyona neden olabilir mi ?

Birçok antihipertansif ilaç, kalp ilaçları (kardiyolojik, antianjinal, antiaritmik), antiinflamatuar, (ağrı kesici ve romatizma tedavisinde kullanılan ilaçlar) anti bakteriyel ilaçlar, hormonlar, kolinerjik ilaçlar, organik çözücüler, birçok psikotrop (ruhsal yapı ve sinir sistemi üzerinde etkisi olan bazı ilaçlar) ilaç, alkol depresyona neden olabilir. İlaç ve alkol yoksunluğu da depresyona neden olabilir.

Tıbbi nedenler depresyona neden olabilir mi ?

Evet. Birçok enfeksiyon hastalığı, tümörler, kalp ve solunum sistemi hastalıkları, birçok merkezi sinir sistemi hastalığı, genel beden travmaları, metabolik hastalıklar, beslenme sorunları, mide-barsak sistemi hastalıkları, kollagen doku (bağ dokusu) hastalıkları gibi birçok hastalık depresyona neden olabilir. Hastanede yatan olgularda olasılık daha da artar.

Depresyonun normal yastan ne farkı vardır ?

Yasta üzüntü, ağıt, değişkenlik gösteren anksiyete, kötü rüyalar ve buna bağlı uyku sorunları, uykusuzluk, iştahsızlık, kilo kaybı ve normal etkinliklere karşı ilgi azlığı gibi depresyonda da izlenebilen belirtiler bulunur. Normal yasta bu belirtiler zamanla azalarak kaybolur. Sıklıkla da hekim müdahalesi gerekmez. Depresyonda benlik saygısı azalırken kayıp ardından izlenen depresif durumlarda benlik saygısı korunur. Kendilerini değersiz bulmazlar, ağır suçluluk duyguları da olmaz. Ayrıca işlevsellikte önemli bir kayıp da olmaz.

Depresyon belirtileri yaşla değişkenlik gösterir mi ?

Evet. Yaşlılarda bedensel ve bilişsel belirtiler efektif belirtilere göre daha fazla izlenir. Depresif duygu durum sık olmakla birlikte duygusal ifadelerde azalma daha sık izlenir. Apati, yorgunluk ve uyku sorunları sık olarak ifade edilirken çökkünlük pek ifade edilmez. Somatik belirtilerin yaşlılarda tıbbi durumlara bağlı olma olasılığını da unutmamak gerekir.

Depresyon olgularında intihar olasılığı ne kadardır ?

Duygu durum bozukluğu gösterenlerde intihar düşünce ve eylemleri % 20-40 kadardır. İntiharları gerçekleştirenlerin geçmişlerinde de intihar girişimleri bulunmaktadır. İntihar riski belirtilerin şiddeti ile her zaman bağlantılı değildir. Yaşlılarda intihar olasılığı gençlere göre iki kat daha fazladır. İntiharla ilgili konuşanlarda olasılığın daha az olduğu düşüncesi yanlıştır. Hastanede yatan olgularda intihar girişimi oranı % 15 kadardır. Depresyon olgularının % 15’i intiharla ölmektedir. Tüm intiharların % 70’i depresyon olgularıdır.

Depresyon olgularının hastaneye yatması zorunlu mudur ?

Depresyon tedavisinde hastaların yatırılması genellikle gerekmez. Aşağıdaki özellikleri taşıyan hastaların yatması gerekebilir.

  • Ciddi intihar düşünceleri gösterenler
  • İntihar planları yapanlar
  • Kendine ve çevreye zarar verme eğilimi olanlar
  • Gıda reddi olanlar
  • Ayaktan tedaviyi sürdürme güçlükleri
  • Psikotik özellik gösterenler
  • Ciddi intihar girişimi olanlar

Depresyon genetik bir hastalık mıdır ?

Hem depresyon hem de bipolar bozukluk (iki uçlu hastalık) ailesel yatkınlık gösterir. Yakın akrabalarda bu iki hastalığın görülme sıklığı genel topluma göre 2-5 kat daha fazladır. İkiz çalışmaları da genetiği desteklemektedir. Ancak genetik etkiler yatkınlık düzeyindedir. Depresyon hastalığı çevresel stres etkenlerinden önemli ölçüde etkilenir.

Depresyon tedavi edilebilir bir hastalık mıdır ?

Evet. Depresyonda tedavide işbirliği yapan hastalarda tedavinin başarısı hemen hemen kural gibidir. Olgular tedaviye yüksek oranda yanıt verir.

Psikoterapi yarar sağlar mı ?

Evet. Bilişsel, davranışçı tedaviler, kişiler arası ilişkilere yönelen psikoterapiler depresyonda yarar sağlar. Hafif depresyonda psikoterapi öncelikli olarak seçilebilir.

İyileştikten sonra ilaç kesilmeli midir ?

Hayır. Depresyonu süreğenlik kazanmasında ve yinelemesinde en önemli nedenlerden birisi eksik tedavidir. İlk kez tedaviye alınanlarda tedavi süresi yaklaşık bir yıldır. Bu süre sonunda kalıntı belirtiler varsa süre uzatılır. Yineleyen olgularda da tedavi süresi uzamaktadır.

Antidepresan ilaçlar mutluluk ilacı mıdırlar ? Bağımlılık yaparlar mı ?

Hayır. Antidepresan ilaçlar depresyon olgularında duygu durumda yükselmeye neden olmakta, depresyonu tedavi etmekte, ancak normal duygu durumu değiştirmemektedir. Öfori yapmazlar.

Fiziksel bağımlılığa neden olmazlar.

Antidepresan ilaçlar diğer ilaçlarla etkileşir mi ?

Tamamının olmasa bile bazılarının ciddi etkileşmeleri olabilir. Bu konuda en doğru yaklaşım tedavi eden hekimden bilgi almaktır.

Yeniden hastalanmamak için ne yapılmalıdır ?

Bu konuda en uygun yol doktorunuzun önerilerine uymaktır. Yineleyen depresyonlarda en önemli neden gerek ilacın dozu gerekse tedavi süresi açısından yetersiz tedavidir. Doz ve tedavi süresine uymak depresyondan yüksek oranda korunmayı sağlar.

Çevresel nedenlerin belirgin olduğu durumlarda stres etkenlerini azaltacak veya kontrol edecek önlemler depresyonun yinelemesini azaltabilir. Örneğin aile içi iletişim sorunlarının belirgin olduğu durumlarda aile veya bireysel psikoterapi yarar sağlayabilir.

İlaçların ciddi yan etkileri var mıdır ?

Antidepresan ilaçlar uzun süre kullanım güvenliği kanıtlanmış ilaçlardır. Doktor denetiminde kullanılması halinde kalıcı ve ciddi yan etkilere neden olmazlar. Ancak her ilaca karşı aşırı duyarlılıkların olabileceği, fiziksel sorunların ilaçların yan etkilerini arttırabilecekleri unutulmamalıdır.

Sık görülebilen yan etkiler arasında

  • Ağız kuruluğu
  • Görme bulanıklığı
  • Kabızlık
  • Bulantı, kusma
  • Terleme
  • Uyuşukluk
  • Uyku sorunları
  • Kilo alma
  • Baş ağrısı, baş dönmesi
  • Mide barsak sistemi bozuklukları ve ishal
  • Karın ağrısı
  • Libido azlığı ve başka cinsel sorunlar
  • Bunaltı sayılabilir.

Yan etkilerin bireysel olarak ve ilaç gruplarına göre farklılık gösterebileceği unutulmamalıdır.

Antidepresan ilaçlarla birlikte alkol alınabilir mi ?

Antidepresan ilaçlar alkolün etkilerine karşı duyarlılığı arttırırlar. Ayrıca alkol antidepresan ilaçların klinik etkinliğini de azaltır. Nöbet olasılığı da artar. Bu nedenle antidepresan ilaçlarla birlikte alkol alınması önerilmez. Bu tür etkileşmeler bazı ilaç gruplarında daha önemlidir. Bunun için doktorunuzdan bilgi almalısınız.

Depresyon bir kişilik sorunu veya zayıflığı mıdır ?

Kesinlikle hayır. Depresyon gerçek bir hastalıktır. Kişilik zayıflığı ile bağlantısı yoktur.

Hekim önerilerine uymamanın nedenleri nelerdir ?

  • İstenmeyen yan etkiler
  • Hasta hekim ilişkisinin niteliği, güvensizlik, yeterli bilgi alamama
  • Hastalığın şiddeti
  • Hastanın eğitim düzeyi: Eğitim düzeyi düşük olanlarda uyumsuzluk daha fazladır.
  • Antidepresan ilaç seçimi: Bir ilaca uyum göstermeyen olgu başka bir ilaca uyum gösterebilir.
  • Hastanın kişilik yapısı

Depresyon ağırlaşarak şizofreni gibi ağır hastalıklara dönüşür mü ?

Hayır. Şizofreni ile depresyon arasında nedensellik bağlantısı yoktur. Depresyon ağırlaştığında ağır depresyon olur. Ancak depresyon şizofreninin seyri sırasında sık olarak ortaya çıkar. Şizofreniye eşlik eden depresyonlar ile diğer depresyonlar arasında nedensellik bağı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır.

Bipolar bozukluk ile depresyonun ne gibi bağlantısı vardır ?

Bipolar bozukluk depresyondan şimdi veya geçmişte en az bir manik atak (taşkınlık nöbeti) olması ile ayrılır. Bipolar bozuklukta manik atak yanında depresif dönemler de olabilir.

Depresyon olgularının % 10 kadarı hastalığın bir devresinde manik bir atak geçirmektedirler. Diğer bir deyimle bipolar bozukluğa dönüşürler. Duygu durum bozukluğu atağı (mani veya depresyon) olan olgularda manik atak için kesin bir belirleyici olmamakla birlikte ailede bipolar bozukluk olması bu açıdan önem taşımaktadır.

Psikofarmakoloji Bilimsel Çalışma Birimi tarafından hazırlanmıştır

Kategoriler
Genel

Fobi ve Fobi Çeşitleri

Kişiler korkularının saçma olduğunun farkındadırlar, ancak bu korkularını kendi kendine engelleyemezler ya da mantıksal düşünerek yenemezler. Mutlaka bu konun uzmanların dan yardım almaları tesviye edilir. Peki fobi nedir ? Fobi hakkın da neler biliyoruz.

FOBİ NEDİR ?

Kişinin normal de korkulmayacağını bildiği halde anlamsız bir şekilde nesnelerden veya belli şeylerden korkması durumudur. Çok çeşitli korku türleri vardır. Bunlar Yunanca olarak adlandırmışlardır. Örneğin:’Jinefobi= kadın korkusu, aviofobi = uçuş korkusu, zoofobi = hayvan korkusu, niktofobi = gece korkusu, elektrofobi = elektrik korkusu , trofobi = insan korkusu vb. korkular uzayıp gitmektedir.

PSİKİYATRİ OLARAK FOBİ ÇEŞİTLERİ

1 – Agorafobi :

Birey de panik atakla birlikte, panik atak olmadan da iki türlü olarak ortaya çıkabilmektedir. Bunlar beklenmedik olarak ortaya çıkan panik atak yada benzeri belirtiler( bulantı kusma, terleme, göğüs ağrısı, daralma, çarpıntı, ) gibi nedenlerle kişinin yardım alamayacağı ya da alamayacağını düşündüğü ve kaçmanın zor olabileceği durumlardan ötürü kendini huzursuz hisseder. Kişi bu nedenlerle belli yerlerde bulunmaktan son derece rahatsızlık duyabilir ve bu yerlerde bulunma durumuna katlanmak zorun da kalabilir.

2- Özgül Fobi :

Belirli bir yerde anlamsız ve aşırı biçim de belirli nesnelerden korkma durumudur. Bu tarz fobileri olan kişiler de birden başlayan yoğun sıkıntı şeklin de olur ve bu yaşam biçimi onun günlük yaşantısını bozar. On sekiz yaşından küçükler de bu altı ay süreyle devam etmektedir. Bu korkular: Hayvanlardan korkma, yükseklikten korkma, kapalı alanlardan korkma gibi durumlar sayılır.

3 –Sosyal Fobi :

Bireyin tanımadığı yerlere uğradığın da yaptığı eylem den veya konuştuğu şeylerden utanma veya sıkılma hali de diyebiliriz. Yani birey konuştuğu yada eylem de bulunduğu zaman küçük düşeceği ya da yanlış yapma korkusuna kapılır. Bireyin bu nedenle her türlü topluluktan kaçınması halidir. On sekiz yaşından küçükler de en az altı ay görülmesi gerekir. Bu korkular: Konuşmayı başlatma ve sürdürme, küçük topluluklara katılmama gibi durumlar sayılır.

FOBİLERİN OLUŞ NEDENLERİ VE YAYGINLIĞI

Fobilerin görülme sıklığı kadınlar da erkelere oranla daha fazladır. Kadınlar da görülen fobi oranları Özgül fobi % 2.7, sosyal fobi %1,8 agrofobi %0,6 dır. Fobi oluş nedenleri olarak psikolojik, biyolojik ve sosyal öğrenme iç içedir diyebiliriz. Sonuç olarak fobi bozukluklarının tedavisin de ilaç tedavisi ve bunlara ek olarak bilişsel-davranışçı analitik yönelimli psikoterapi yöntemleri kullanılmalı. Başarı oranı oldukça yüksek sonuçlar vermektedir.

Psikolog Narek Karasu psikolojik sorunlar için görüşmeleri Bakırköy, Nişantaşı ofislerinde aynı zamanda internet yoluyla da gerçekleştirmektedir.

Kategoriler
Genel

Sosyal Fobi

Sosyal fobi sanılanın aksine çok sık görülen ve kişinin hayatını doğru yoldan etkileyen, hayat kalitesini düşüren bir psikolojik rahatsızlıktır. Sosyal fobi sahibi kişi, insanlar tarafından yargılanmak korkusu taşır. Alay konusu olmak, onlar tarafından gülünç ya da tuhaf bulunmak kaygısını duyarlar. Tüm hareketlerinden ve korku duyduklarının anlaşılacağı değişimlerinin farkedilmesinden çekinir ve utanırlar. Bunlar terleme, kızarma ya da titreme gibi kendisini gösteren durumlardır.

Her zaman aynı şekilde ve şiddette kendisin göstermeyen bu korku, daha sıklıkla kişinin sınav, mülakat ya da bir şekilde değerlendirildiği durumlarda ortaya çıkar. Özellikle karşı cins ile konuşurken ortaya çıkması sık rastlanılan bir örnektir. Kişi bu durumlardan kaçınmaya ya da maruz kaldığında korku içinde atlatmaya çalışır. Yaşadıkları bu durum çoğu zaman, kişilerin fiziksel olarak tepkiler vermesi ile sonuçlanır. Kalp çarpıntısı, mide bulantısı gibi tepkiler oldukça fazla görülür. Bu kişiler sosyal hayatın getirmiş olduğu bir eş ya da partner bulma ya da işlerini yapma konusunda zorluk yaşarlar.

Sosyal fobi, oldukça sık görülen psikolojik rahatsızlıklardan biridir. Yapılan araştırmalar bu rahatsızlığın erkeklere oranla kadınlarda çok daha fazla görüldüğünü göstermiştir. İlk gençlik yıllarında ya da çocuklukta ortaya çıkan bu hastalık ile ilgili mutlaka uzman kişilerden yardım alınması gereklidir. Profesyonel bir destek ile çoğu zaman iyileşen hastalar, ihmal edildiği takdirde kalıcı olarak bu hastalıkla mücadele etmek zorunda kalırlar. Zamanında müdahale edilip, tedavi edilmezse arkasından depresyon ya da madde bağımlılığı gibi yıkıcı sonuçlar doğurması olasıdır.

Başta kişilik özellikleri olmak üzere, genetik yatkınlık, yetişme şekli, sevdiği bir yakının kaybı ya da diğer insanlar tarafından aşağılanma ya da alay etme şeklinde kötü davranışlara maruz kalmak bu hastalığın oluşumuna etkilidir.

Bu hastalıkla başa çıkabilmek için bir uzman yardımı şarttır. Bu hastalığa neden olan kaygıların kökenine inerek saptanması ve bu korkularla yüzleşme sağlanması yoluyla tedaviye başlanır. Bazı durumlarda ilaçla tedavi ile de desteklenerek kişinin iyileşme sürece hızlandırılıp, sosyal hayata kazandırılır.

Kendinizde ya da bir yakınınızda benzer davranışlar gözlemlediğinizde ciddiyetle konunun üzerinde durmalı ve tedavi için adım atılmalıdır.  Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde sizlere bu ve benzer psikolojik rahatsızlıklar konusunda yardımcı olmaktadır. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Kategoriler
Genel

Aile Terapisi

Aile terapisinin özellikleri aile terapisi problemlere, aile üyelerinin bireysel problemleri olarak değil, sistemin problemi olarak bakar. Tedavide ailenin tek üyesi irdelense de tedavinin odak noktası aile sistemidir. Terapinin hedefi aile içindeki bireyin değişimini değil daha çok ailenin yapısını ve aile içindeki bireylerin birbirleriyle iletişim biçimlerini değiştirmektir. Bu terapinin uygulama alanları, davranış bozukluğu gösteren kişilerdir ancak bireysel terapi ile farkları vardır. Bireysel terapi hasta ile terapistin etkileşimini önemser, hasta ile sosyal çevresi arasındaki etkileşime aldırmaz, bireysel terapinin odak noktaları, iç görü, hastanın geçmişi iken, aile terapisinde odak noktaları, aile içi etkileşim, güç noktaları ve çatışmaların hedefidir.

  1. Kişilerarası ilişkilerin ışığında kaygı ve çatışmaların giderilmesi
  2. Algının- içgörünün artırılması ve diğer duygusal gerilimler için aile üyeleri ile işbirliği kurulması
  3. İç ve dış krizlere karşı ailenin dayanıklılığını artırmak
  4. Nesiller ve cinsler arası ilişkilerin artırılması, düzeltilmesi
  5. Ailenin değerlerine ve sağlığa doğru yönlendirilmeleri.

Aile terapisi ne zaman gerekir ?

Aile terapisi daima hastanın sorunlarına cevap vermez. Gerekli olduğu durumları 3 madde altında toplayabiliriz:

  1. Tedavi için gönderilen birey, aile ile aynı evde yaşıyorsa veya aile ile ilişkileri devam ediyorsa,
  2. Var olan veya ortaya çıkan sorunlar aile sistemini etkiliyorsa,
  3. Hasta ve terapist birlikte buna karar verirlerse, yani aile terapisini kabul ettiklerinde.

Aile Terapisinin amacı : aile üyelerinin davranışlarını daha olumlu kılmak, üyeler arasındaki iletişimi geliştirmek ve sorunlara kalıcı çözümler bulmak olduğu için, terapist bir takım teknikler kullanır. Terapi süresince aile üyelerinin de bir takım ödevleri olacaktır. Örneğin, herhangi bir seans sonunda terapist tarafından üyelere bir sonraki seansa kadar yapmaları gereken ödevler verilebilir. Terapistin en önemli işlevlerinden biri de duygusal boşalımı sağlaması ve üyeler arasında var ise “bitirilmemiş işleri” gündeme getirmesidir. Aile üyelerinin birbirlerine karşı olan olumsuz tutum ve duygularını ifade etmeleri, birbirlerine karşı anlayış geliştirmelerine de yardımcı olur. Aile üyeleri arasında daha fazla yakınlaşma, işbirliği ve duygusal paylaşım sağlanmış ise terapi amacına ulaşmış sayılır. Unutmayınız ki mutluluk için standart reçeteler yoktur. Ve her ailenin huzurlu bir yasam için ihtiyaç duyduğu etmenler farklıdır.

Bir Ailenin Yaşam Evreleri

Bebek Aile : bu durum ilk gebelikle başlar, çocuğun 5 yaslarına gelmesine dek sürer. Çiftin özellikle annenin ilgisi bebeğe yönlendirildiğinden erkek kendini ihmal edilmiş hisseder, kadın da çocuğun kendisini eve bağladığını ve kocasının gözünün dışarıda olabileceğini düşünür. Ana Baba ve çocuktan oluşan aile üçgeninde duygusal dengeyi sürdürmek ve çocuğun gelişimi için gerekli ortamı sağlamak için eşlerin birbirlerine karşı empatik davranmaları gerekmektedir.

Okul öncesi durumda aile : Çocuğun okula başlayacağı dönemdir. Bu dönemde aile çocuğun gelişimi ile ilgilidir. Çocuğun gelişmesinde ailenin diğer bireylerinin sorunlarla mücadele ederken gösterdikleri tepkiler aile içindeki iletişimi etkiler.

Okul Çağında Aile : Çocuğun okula başlamasından ergenliğe kadar sürer. Çocuk okula gider anne ise çalışmaya dönerek “ev kadını” sendromundan kurtulabilir. İlgi alanları farklılaştığından, aile düzenin korumak zorlaşır. Çiftler açık ve dürüst davranırlarsa. Sorun çözümünde kaçamak yollara başvurmadan soruna odaklanırlarsa, evlilik daha sağlamlaşır…

Erişkin Aile : Bu dönem gencin aileden koptuğu dönemi içerir. Bu kopuş aynı zamanda yeni bir başlangıçtır. Çiftin yaşamında, çocuklarının aileden ayrılmasıyla bir yalnızlık baş gösterir. Erkekte cinsel istek azalması, kadında fiziksel sıkıntılar ve hormonsal problemler sonucu problemler baş gösterir. Ancak pek çok kadında bu dönemde cinsel istek artısı görülür. Bu dönemde çiftler yeni ilgi alanlarına ve arayışlara yönelebilirler.

Eşler arası iletişim problemleri yapılan bir araştırmaya göre eşler arasında sürekli ve ciddi sorun yaratan konular şöyledir :

  •  Kadın kocasına boyun eğmek zorunda kalmaktadır. Oysa sağlıklı bir beraberlik eşit güçler arasında süregelen bir ilişkidir.
  •  Evlilik sürecinde koca, karısının kişiliğinin gelişimini engellemektedir. Oysa evlilik ilişkisi içinde her iki kişiliğinde gelişme ve değişme hakkı vardır. Eşler birbirlerine bu konuda destek olmalı ve birbirlerini değişim için teşvik etmelidirler.
  • Eşler arasında duygu alışverişi çok azdır. Oysa eşlerin önce kendi duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışmaları sonra da birbirlerine bunu ifade etmeleri gerekir. Siz kendinizi anlatamıyorsanız, kimse sizi anlamak zorunda değildir, unutmayınız.
  • Birikimler patlamaya yol açmaktadır. Bastırılan, içe atılan sorun ve kırgınlıklar, eşler arasında sakince tartışılarak irdelenmediğinden, bir an geliyor ki, patlamalar, krizler kavgalar meydana geliyor. Oysa sorunlarınızı biriktirmeden sıcağı sıcağına tartışmanız, birbirinizi anlayışla dinlemeniz, ortak bir çözüm yolunda uzlaşmanız, ilişkinizin niteliği acısından önemlidir.
  • Eşlerden biri diğerini rahatsız edecek bir şekilde kıskanmaktadır. Kıskançlık tekelci bir anlayıştır. Kıskanç kişi çoğu kez içindeki boşluğu ve bu boşluktaki aşağılık duygusunu örtmeye çalışmaktadır. Kıskançlık, buyurganlığın çok belirgin bir biçimi olup, her zaman psikolojik bir zayıflık işaretidir. Oysa eşinizi kıskanmak yerine ona güvenip onunla gurur duymalısınız. Unutmayın diktatörleri kimse sevmez.
  • Eşlerden biri diğerini aldatmaktadır. Evlilikte ihanet, birlikteliği onarılmaz biçimde zedeler. İhaneti affettiğini söyleyen eşler, gerçekte bunu başaramamakta, içlerine atmakta, farkında olmadan karşı tarafa kinlenmektedir.

İhanetin söz konusu olduğu evlilikler zoraki beraberliklere dönüşür ve zamanla da biter ikinci evliliği yapmadan önce uzmanlar, ister ilk evlilikte, ister ikinci de olsun çiftlerin aynı hatalara düşme eğilimi gösterdiklerini vurguluyorlar. Unutulmamalıdır ki çatışma ilişkilerin kaçınılmaz bir bölümüdür. Ancak pek çok kişi evlilik çatışmaları ile nasıl baş edeceğini bilemez. Problem çözme becerisine güvenemeyen kişiler, evlilik çatışmaları karşısında hemen alarma geçerek evlilik veya eş de “suç arama” oyununa başlıyor. Oysaki bu oyuna başlamadan önce, problemlerle baş etme becerimizi geliştirmeyi denesek daha kazançlı çıkacağız. İkinci bir eş seçerken genelde ilk eşin tam tersi özellikler ve eğilimler aranır.

J.larson, ilk eşleri tarafından aldatılanların ikinci bir evlilikten önce içlerindeki acıyı dindirebilmek için en az 1-2 sene beklemelerini öneriyor. Stahmann ise, ikinci evliliğin başarılı olabilmesi için, çiftlerin eski ilişkilerini irdelemelerini; beklentilerini, ümitlerini ve hayallerini saptayarak, nerelerde yanılgıya düştüklerini tespit etmelerini öneriyor. İkinci bir evlilikte aile ortamında eşlerin ilk evliliklerinden olan çocuklarında olacağı hesaba katılmalı. İkinci evlilik yapacak olanlara bir uyarı da şu yönde:

“aile ve arkadaşlarınızı dinleyin!” Çünkü onlar sızın kim olduğunuzu ve evliyken nasıl davrandığınızı bilirler… Güncel psikoloji dergisi, sayı:2

 

Kaynaklar: : iletişim. Jay haley İstanbul: çark kıtabevı,1982 evlilik raporu. Kurban Özugurlu, İstanbul: Altın kıtaplar,1990 aile terapisi klinik psikoloji ders notları. Hacettepe üniversitesi. Ankara

 

Psikolog Narek Karasu

Psikolog Narek Karasu psikolojik sorunlar için görüşmeleri Bakırköy, Nişantaşı ofislerinde aynı zamanda internet yoluyla da gerçekleştirmektedir.

Kategoriler
Genel

Boşanma Sebepleri

Evlilik, her kurum gibi zaman zaman aksayan yönleri olan bir kurum, bu aksaklıklar giderilemediğinde ise sonuç ne yazık ki boşanmayla noktalanıyor. Evlilik süresince aileye yeni bir birey katıldıysa boşanma daha sancılı oluyor. Evliliğin bitmesine yol açan boşanma sebepleri çok çeşitli olabilir.

En çok görülen sebepleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz :

Ekonomik sorunlar, eşlerin sosyo-kültürel yapı farklılıkları, cinsel sorunlar, iletişim bozukluğu, eşlerden birinin ihaneti, aile içi şiddet yukarıdaki sebepler nedeniyle evlilik sorunları yaşayan bir çiftin anne-baba olarak da çocuklarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmelerini bekleyemeyiz. Anne ya da baba ayrı ayrı çocuklarıyla sağlıklı ilişkiler kursalar bile, birlikte çocuklarına karşı tutarlı, dengeli tutum ve davranışlar sergilemekte güçlük çekeceklerdir. Bir evliliği başa çıkılamayan, çözüm üretilemeyen, süreğen sorunlarla devam ettirmenin çocuk üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler, bazen boşanmanın kendisinin yaratacağı etkilerden daha fazla ve yıkıcı olabilir. Boşanmanın sebebi ve şekli, çocukların boşanmadan ne kadar etkileneceğini belirler; örneğin, anlaşmazlık ( iletişim bozukluğu) nedeniyle biten bir evlilikle, eşlerden birinin ihaneti sonucu biten bir evliliği karşılaştıralım. İlkinde, eşler daha uzlaşmacı ve çocukla ilgili sorunların üstesinden gelmek konusunda daha akılcı davranabilirler. İkinci durumda ise, eşler birbirlerine karşı daha öfkeli ve düşmanca tutumlar sergilerler, durum böyle olunca isteseler de uzlaşmacı olamazlar. İkinci tıp boşanmalarda ise çocuklar doğal olarak daha fazla zarar görürler.

 

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Kategoriler
Genel

Korku Nedir ? Nasıl Baş Edilir ?

Korku kendi bütünselliği içinde her alana yayılmakta hemen, hemen herkesin üzerinde var olan, kimi zaman farkında olduğumuz ya da bilinç altımıza yerleşen ama farkına varamadığımız korkular. Korkular nedir, nasıl baş edilir ve bu konular da ne kadar bilgiye sahibiz.

Korku Nedir ?

Korku sözcük anlamıyla ifade edersek ‘’ Bir tehlike ya da tehlike düşüncesi karşısında duyulan endişe, kaygı, üzüntü ve kötülük gelme ihtimali’’ şeklinde tanımlayabiliriz. Türk Dil Kurumunun (TDK) web sitesin de yer alan tanıma göre ise ‘’ Korku, gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu.” Korkunun biz insanları ilgilendiren tarafı ise bedensel boyutta yaşanan hislerimiz.

Dilimiz de korkuları çok iyi anlatan deyim ve atasözleri vardır. ‘’ Korkudan eli ayağı tutmamak, eli ayağı kesilmek, dili tutulmak, nefesi kesilmek ‘’ gibi korkuların gücünü ve yan etkilerini çok iyi anlatmakta. Günlük yaşantımızda zaman zaman huzursuzluk ürkme halinde, dehşet ve korkuyla beraber subjektif olarak bir çok korku dereceleri yaşarız. Yapılan araştırmalar da korkunun fizyolojik ve bedensel olarak kişinin otonom sinir sistemlerin de ve salgı bezlerin de meydana gelen değişimlerdir.Korkuyu yaşayan kişiler de yapılan kan muayenelerin de serumda bazı maddelerin (adrenalin kortizol gibi ) artış olduğu deri damarlarının büzülmesi kılların dikilmesi (ürperme) kan dolaşımının artması, nabzın hızlanması, terleme, titreme gibi

Korkunun Oluşma Nedenleri ?

Buna yönelik bir çok kuram olmakla birlikte bilişsel davranışçı açısından bakmak gerekirse korkular öğrenilmiş bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin: Deprem de evi yıkılan birinin her hangi bir eve girmekte sıkıntı yaşar. Ya da çocukken fiziksel şiddette uğrayan bir çocuk, dayağın çok can yakan bir olay olduğunu öğrenir ve dayaktan korkar. Bu durum da korkunun nedeni olayın kendisi değildir. Olaya kişinin kattığı yorumlar sebep olmaktadır.

Korku Türleri

Sosyal ve psikolojik olarak yaşantımızda yaşadığımız korkular vardır. Bunlar Red edilme korkusu , yükseklik korkusu ,toplum için de acaba ne derler korkusu vs. gibi yaşanan korkular vardır.

Korku ve Tedavileri

Yaşantımız da var olan bir çok psikolojik rahatsızlıkların tedavisi olduğu gibi korkuların da tedavileri vardır. Bunlar psikoterapi yöntemleri , ilaç tedavi yöntemleri ve stres yönetimi teknikleri ile korkunun tedavisi yapılmaktadır.