Kategoriler
Genel

Ruh Sağlığı

Ruh sağlığı hayatımızın en önemli değişkenlerinden biridir. Ruhsal sorunlar insanların hayat kalitelerini düşürmekte,ilişkilerini bozmakta, iş başarısını düşürmekte, çevresiyle uyumunu bozmakta, ruhsal tatmin duygusunu ve mutluluğu engellemektedir. Ruh bir insanın davranışlarını belirleyen en önemli etmenlerin başında gelir. Korku içinde, gerginlik içinde,istekli ( şefkli ), isteksiz ( kayıtsız ),coşkulu, meraklı, kederli, neşeli, sakin gibi değişik ruh halleri gün içinde davranışlarımızı etkiler. Ruhsal sorunlar negatif içerikli duygularda artış olması durumuyla kendini hissettirir. Pozitif içerikli duygular beslendiğinde ruh beslenecek gıdasını alacak ve zihnen de çalışması için amaçlar verecektir. Bir işin mükemmel yapılabilmesi için ruha ihtiyaç vardır. Bir işin kötü, yanlış, çirkin, yavaş yapılabilmesine neden olan ruh tam tersini de yapabilir. Ruhsal bozulmaların belirtileri tahammülde azalma, karamsarlık, mutsuzluk, uyku sorunları, iştah sorunları, isteksizlik, unutkanlık, dikkat dağınıklığı şeklinde kendini gösterir.

Bu belirtiler kişide görülmeye başlamışsa ve tekrar ediyorsa sürekli bir biçim almışsa devamlılığı durumunda hayatına olumsuz bir etki yaratacaktır. Bunun önlenmesi için bir uzmanla beraber uygun bir psikoterapi yapılmalıdır.

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

Kategoriler
Genel

Erkek Anneleri

Kayınvalide – gelin arasında yaşanan sorunlarının temelinin Türkiye’de kadının konumuyla aynı paralelde hareket ediyor diyebiliriz. Geleneksel ortamda yaşayan kadınların mesleği ve bir uğraşı olmadığını, ancak erkek çocukları ile kendilerine bir statü kazanmaları olabilir sorunun altında yatan sebepler birden fazladır.

  • Kadın kayınvalide olarak statü kazanıyor: Türkiye’de kadının konumuna bakmamız gerekiyor. Çok geleneksel ortamda yaşayan kadın Türkiye’de evlendikten sonra erkek çocuğu sahibi olduktan sonra bir statü kazanıyor. Ama bu geleneksel ortamdaki kadının bir mesleği yok, tahsili yok. Önce evleniyor, sonra erkek çocuğu oluyor ve ondan sonra statü kazanıyor. Statüsünde en çok yükseldiği zaman ise oğlunu evlendirerek kayınvalide olması. Yani bu durumdaki birçok anne erkek çocuğu üstünden bir statü kazanıyor.
  • Karar veremeyen kadın oğluna eş seçmek istiyor. Geleneksel ortamdaki kadın karar verme, yani resmi kamu alanındaki karar verme mekanizmalarından tamamen soyutlandığı için hayatında vereceği en önemli karar erkek çocuğunun evliliği oluyor. Bu kararı verirken de otoritesini sonuna kadar göstermek istiyor. Dolayısıyla bu açıdan Türkiye’deki kaynana böyle değerlendirilebilir.
  • O da kayınvalidesinden çekmiştir. Türkiye’de kendi kayınvalidesinden çeken kadın, bunun acısını gelininden çıkarmak istiyor. Yani olayın bir de psikolojik bir boyutu var. Kendi çektiği acıları başkasına çektirmek… çünkü kendisi travmalar alıyor. Kendini geçmişteki kötü koşulların kurbanı gibi görüyor. Bu yüzden başkasına acı çektirme psikolojisiyle yetişiyor.
  • Kocasından alamadığı sevgiyi oğlundan istiyor. Geleneksel ortamdaki kadın, kocasından alamadığı ya da kocasına gösteremediği sevgiyi erkek çocuğuna gösteriyor.
  • Kaynana sorunu Akdeniz ülkelerinde yok : Akdeniz ülkelerinde kaynana sorunu pek görülmez ama kadın-erkek ilişkilerinin eşitsizliğe dayandığı Ortadoğu ülkelerinde üst noktadadır. Asya ülkelerinde kayınvalide genellikle oğluyla ilgili kararlarda aktif rol almak ister. Ama batı Avrupa’da bu kültür çok fazla yoktur. Çünkü batılı kadın, statüsünü erkek çocuğuyla belirlemez.
  • Ekonomik güvence olarak görüyor: sosyal güvenlik kavramının fazla gelişmediği toplumlarda kayınvalideler oğullarını sosyal güvence olarak gördükleri için gelini de aile parasını paylaşacakları kişi olarak görüp seçmek isterler. Bunları yaparken de son derece despot davranıyorlar.

 

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

(0531) 894 1018
0 538 429 91 05

Kategoriler
Genel

Psikolojik olarak kilo alıp verme

Aşırı kiloya sahip olan kişilerin odaklanmaları gereken en önemli husus ruh sağlığıdır. Bu kişilerin hayattan zevk alma, sosyal ilişkiler ve özsaygı ile ilgili sorunlar yasadıkları gözlemlenir. Psikolojik destekli zayıflama programları kişiye bu durumla bas etmesini, kendisi ile ilgili olumlu bir algıya sahip olmasını ve sosyal ilişkilerini doyurucu bir şekilde yaşamasını sağlıyor.

Kilonun bir çok kültürde olduğu gibi bizim kültürümüzde de özellikle kadınlar için önemli bir sorun olduğu görülmektedir. Bu sorun kendini, toplumda zayıf olmaya verilen önem ile birlikte daha da fazla gösteriyor. Kilo ve yeme ile ilgili olarak klinik pratiğimizde genel olarak üç tip sorunla karşılaşıyoruz. Bunlar; ‘aşırı şişmanlık’, ‘ Bulimia Nevroza ‘ ve ‘ Anoreksiya Nervoza ‘dır. Bu yazıda ele almak istediğim esas konu aşırı şişmanlık ancak, toplumun çok daha az bilgiye sahip olduğu Anoreksiya nevroza ve Bulimia Nevroza ile ilgili kısaca bilgi vermekte yarar görüyorum, çünkü özellikle psikolojik etkileri açısından üç sorunun da benzer özellikler taşıdığı görülmektedir. Her ne kadar insanlar Bulimia Nervoza ve Anoreksiya Nevroza ile ilgili çok az bilgiye sahip olsalar da bir çok insanın, özellikle kadınların belirli bir oranının bu sorunları, isimlerini bilmeden de olsa yasadıklarını biliyoruz.

Anoreksiya Nervoza

Anoreksiya Nervoza kadınlarda sıkça gördüğümüz bir kilo problemi. Anoreksik kişilerin ancak %10’unun erkek olduğu görülüyor. Bu kişiler ciddi boyutlarda kilo kaybına yol açacak davranışlar içine giriyorlar ve her ne kadar olması gerekenin çok altında bir kiloya sahip olsalar da kilo almaktan aşırı bir şekilde korkuyorlar. Ayrıca, kısının kilosunu ve vücut şeklini hatalı algıladığı görülüyor. Bu kişiler kendilerini olduğundan çok daha kilolu görüyorlar. Kişi kendisini değerlendirirken, vücut şekli ve ağırlığının aşırı etkisinde kalıyor ya da vücut ağırlığının düşük olmasının önemini kabul etmiyor. Bu rahatsızlığa sahip kişilerde, olmaları gereken kiloya ulaşmak için kilo almayı reddetme eğilimi de dikkat çekiyor.

Blumia Nevroza

Blumia Nevroza, kilo problemi olmaktan ziyade aslında daha çok bir yeme problemi olarak nitelendirilebilecek bir rahatsızlık türüdür. Tıkınırcasına yemek ve ardından yediklerinden kurtulma doğrultusunda davranışa geçmek bu sorunun karakteristik özelliklerindendir. Kişi kusarak ya da laksatif kullanarak yediklerinden kurtulma yolunu seçiyor. Blumik kişi belirli bir süre içinde normalde birçok insanın yiyebileceğinden çok daha fazla yiyeceği tüketiyor ve bu sırada yeme kontrolünü kaybettiği hissine kapılıyor. Tıkınırcasına yemeler arasında ise bu kişiler kendilerini yeme konusunda son derece kısıtlıyorlar ve çok az yiyecek tüketiyorlar. Anoreksiklerde olduğu gibi blumik kişi için de vücut şekli ve ağırlığı kendisini değerlendirmede çok aşırı bir etkiye sahip.

Kilo problemi ve psikolojik sağlığımız her üç kilo-yeme probleminin de bir çok fiziksel ve psikolojik zararlarla sonuçlandığını görüyoruz. Bu üç problemde de kişilerin vücutları ile ilgili olumsuz bir algıya sahip oldukları ve kendilerinden hoşnut olmadıkları görülüyor. Çeşitli diyetlerden yararlanarak kilo verme arayışına girmek üç rahatsızlıkta da dikkat çekiyor. Ayrıca, bu kişilerin yeme alışkanlıklarında ve iştah, açlık ve tokluk sinyallerini algılamada da sorunlar yasadıkları görülüyor. Her üç problem de ağırlıklı olarak kadınlar tarafından daha çok yaşanıyor. Aşırı şişmanlık toplumda en çok karsımıza çıkan önemli bir sorun. Aşırı şişmanlığın ne olduğu, bu sorunun kısının fiziksel ve özellikle de psikolojik sağlığı üzerindeki etkileri sürekli gözden kaçırılıyor. Bu sorunu yasayan kişilerin psikolojik ve fiziksel olumsuzluklarından kurtulmaları için neler yapabilecekleri hususu üzerinde durulması ve açıklanması gereken önemli bir unsur.

Araştırmalar

İngiltere’de yapılan bir araştırma erkeklerin %52, kadınların %66’sının ideal kilolarının en az %15’ınden fazla kiloya sahip olduklarını ortaya koyuyor. Kilo artısının kalp-damar rahatsızlığı riskini artırıyor. Bu noktada sunu vurgulamakta fayda var; kilo şişmanlığın doğrudan bir göstergesi olarak alınmamalı, çünkü yağ dokusu olduğu kadar kas dokusu da vücut ağırlığımızı oluşturan unsurlardan birisi. Aşırı şişman olunup olunmadığının anlaşılmasında boy ile ağırlığın birbirine olan oranı bir gösterge. ‘vücut kitle endeksi’ (body mass index) dediğimiz bu oranlamada boy ‘metre’, kilo ‘kilogram’ birimleri ile ölçülüyor ve kilonun boyun karesine bölünmesi sonucu elde edilen değer şişmanlık (vücut yağlılığı) ile ilgili bize bilgi veriyor. Bu değerin 25’ten yüksek olması fazla kilo, 30’dan yüksek olması ise aşırı şişmanlık göstergesi. Kilo problemi olan insanların üç noktaya özellikle dikkat etmeleri gerekiyor.

Diyet

Yapılan diyetin sağlıklı beslenme koşullarını karşılayan kaliteli bir diyet olması çok önemlidir. Burada odak noktasının kilo vermekten ziyade sağlıklı beslenme olması gerekli. Sağlıklı bir diyet yapıldığında vücut verebileceği kiloyu zaten veriyor. Aşırı besin kısıtlaması şeklinde olan diyetler istenmeyen sonuçlar doğuruyor. Kişi her ne kadar istediği düşük kiloya ulaşabilse de bu bazı fiziksel ve psikolojik bedellerin ödenmesiyle oluyor. Toplumda, diyetin çoğunlukla aç kalmak olarak algılandığını görüyoruz. Bu son derece zarar verici bir algılama şekli. Bu bakış açısına sahip kişiler kilo vermek uğruna ciddi sağlık problemleri ile karşılaşabiliyorlar. Karaciğer ve böbreklerde sorunlar çıkıyor, bağışıklık sistemleri zayıflıyor. Kişi kilo vermeye aşırı odaklandığı için hayatı kilo verebildiği ve o kiloyu muhafaza edebildiği zamanlarda ancak anlam kazanır hale geliyor. Aşırı derecede sınırlı beslenme sürekli bir yasam tarzı olamayacağından, kişi bir süre sonra eski yeme alışkanlığına geri döndüğünde verdiği kiloları fazlasıyla geri alıyor.

Egzersiz

Egzersiz yaparak özsaygı arttırılır kilo problemi olan kısılerın dikkat etmeleri gereken ikinci önemli husus egzersiz. Egzersiz kalori yakılmasına neden olduğu gibi iştahı bastırıcı bir etki yaparak dolaylı yoldan gereksiz kalori alımını da engelliyor. Egzersiz yapmak kilo verirken kas dokularının korunmasını sağlıyor. Diyet egzersiz ile beraber yapılmazsa kişi kiloyu hem yağ hem de kas dokusundan veriyor. Diyetin bozulması ile olan kilo alımı ise sadece yağ dokusu şeklinde oluyor. Dolayısıyla egzersiz eşliğinde yapılmayan diyet, kısının yağ dokularının kas dokularına olan oranını artırıcı bir etkiye sahip oluyor. Aşırı kilonun yol açtığı, yüksek tansiyon, yüksek lipid seviyesi gibi fiziksel risk faktörlerinde, düzenli egzersiz yaparak bir azalış sağlanabiliyor. Egzersizin ayrıca kısının vücudunu daha olumlu değerlendirmesinde, öz saygısının artmasında ve ruh halinin iyileşmesinde de önemli bir rol oynadığı görülüyor.

Ruh Sağlığı

Aşırı kiloya sahip kişilerın odaklanmaları gereken üçüncü husus ruh sağlıkları. Bu kişilerın hayattan zevk alma, sosyal ilişkiler ve öz saygı ile ilgili sorunlar yasadıkları gözlemleniyor. Psikolojik destekli zayıflama programı uygulayan memory center olarak bizim hedefimiz, kendisini ağırlıklı olarak kilo durumu ile değerlendirme durumundan kişiyi kurtararak, kendisi ile ilgili olumlu bir algıya sahip olmasında ve sosyal ilişkilerini doyurucu bir şekilde yaşamasında kişiye yardımcı olmak. Aşırı kilolu kişiler bu noktada kendi baslarına çözüm üretemiyorlar. Burada iç hastalıkları uzmanı ve diyetisyenle birlikte bir psikolog yardımının gerekliliği kaçınılmaz oluyor. Kilo verme hedefine metabolizma, hormonlar ve yas ile ilgili çeşitli nedenlerden ötürü istenen seviyede ulaşılamadığı zamanlar olabiliyor. Durum bu olsa da yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol gibi kalp-damar ile ilgili risk faktörlerinin azaltılması ve kısının kendisini daha olumlu bir bakış açısı ve öz güven ile algılaması ancak profesyonel bir yardım ile sağlanabiliyor. Aşırı kilo ile ilgili problemler ile mücadele ederken duruma aynı anda üç açıdan müdahale etme gerekliliği kendini gösteriyor.

 

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

Kategoriler
Genel

Tırnak Yeme Sorunları ve Terapisi

Tırnak yeme alışkanlığına çoğunlukla 3-4 yaşlarından önce başlamaz. (çok ender olarak 5 aylık gibi erken bir dönemde görülebilir). Çocukların %33 de tırnak yeme davranışı görülür. Bu oran erken ergenlik çağına kadar sürer. Ergenlik çağında tırnak yiyen çocukların sayısı %40-45’e yükselir. Yani ergenlik çağına doğru çocukların hemen hemen yarısı tırnak yeme davranışı gösterir. Bunun nedeni olarak gençlerin çevreden onay görmemeleri olarak değerlendirilir. Ayrıca tırnak yiyen çocukların ailelerinin çoğunda tırnak yiyenlere rastlanmaktadır. Bunun içinde tırnak yemenin bir taklit olduğu ve büyükleri taklit etmek suretiyle öğrenildiği ileri sürülmektedir. Ergenlik çağında sosyal onay görenlerin çoğu bu alışkanlığı terk etmektedir.

Tırnak yeme alışkanlığının sebepleri

Tırnak yeme alışkanlığının sebepleri bu davranışın altında yatan sebepler parmak emmede olduğu gibi çoğunlukla psikolojik rahatsızlıklardır. Alışkanlık daha çok baskı altına alınmış heyecanların ilgilendiği durumlarla olup, çocuk bunun arzu edilmeyen bir davranış ve alışkanlık olduğunu anlayınca kökleşmekte olduğu görülmektedir. Tırnak yeme bir güvensizlik belirtisi olarak kabul edilir. Aile içinde aşırı baskılı ve otoriter bir eğitimin uygulanması, çocuğun sürekli azarlanarak eleştirilmesi, kıskançlık, yeterli ilgi ve sevgi görememe sıkıntı ve gerginlik başlıca nedenlerdir. Anne babanın yaşantısı da önemli bir etkendir. Anne baba geçimsizlikleri anne babanın sık sık kavga etmesi ailedeki sorunlar çocuklarda tırnak yeme gibi davranışlara neden olur. Bunun yanı sıra anne babanın aşırı kaygılı olması çocuğu aşırı derecede koruyup kollaması ayrıca anne babanın çocuklar arasında ayırım yapması çocuklar arasında kıskançlığa yol açar. Bu da dolaylı şekilde kendini tırnak yeme olarak gösterir. Tırnak yeme daha önce belirttiğimiz gibi taklit yoluyla da edinilebilen bir davranıştır. Ailede herhangi bir bireyin tırnak yeme davranışı göstermesi doğal olarak çocuğun ilgisini çekecektir. Ayrıca tırnak yeme davranışı olaylara bağlı olarak gelişebilmektedir. Çocuğu tedirgin eden herhangi bir olay veya çevrede onun için hoşnutsuzluk yaratacak herhangi bir durum bu davranışı göstermesine yol açar.

Tedavi ve alınabilecek önlemler ;

  • En etkili yöntem 3-4 yaslarına kadar bu alışkanlığın anne baba tarafından görmezlikten gelinmesidir. Daha sonra bu alışkanlık devam ederse;
  • Çocuğun gerginlik ve uyumsuzluk nedenleri iyice araştırılmalı ve bunlar saptanarak çözüm getirilmeli,
  • Çocuğu azarlamak, korkutmak, ceza vermek gibi zorlayıcı yöntemlerin uygulanması yararlı olmamaktadır. Hatta kimi zaman daha ağır duygusal problemlerin çıkmasına neden olabilir.
  • Çocukları korku kaygı yaratacak durumlardan uzak tutmak gerekir.
  • Küçük çocukların kaygı korku verici televizyon filmlerini izlemeleri, kavgalı olaylarda bulunmaları çocuğu heyecanlandıracağı için sakıncalıdır.
  • Tırnak yiyen çocuklara geceleri yatarken eski hafif eldivenleri giydirmek. Çocuk gece tırnaklarını yemek veya ısırmak istediğinde hatırlatıcı olması bakımından yararlı olabilir.
  • Parmak ve tırnağa acı fakat zararsız bir sıvı sürülebilir. Bu hem hatırlatıcı ve hem de tırnağını ağzına götürdüğü zaman acı ile birleştiğinde terk etmeye yardımcı olabilir.
  • Çocukların ilgisi başka yöne çekilebilir. Sinema, televizyon izlerken veya radyo dinlerken onun ağzını çiğneyecek bir şeyle meşgul etmek tırnak yemenin ve ısırmanın yerine gelecek bir etkinlik olabilir.
  • Çocukları ara sıra başarılarından dolayı ödüllendirme bazı durumlarda yarar sağlayabilir. Ancak bunun kısıtlı ve uygun şekilde kullanılması gerekir. Aksi takdirde çocuk yeni ödüller almak için bunu kullanabilir.
  • Tırnak derin kesilebilir. Çocuğun kendi tırnak bakımıyla uğraşması da yararlı olabilir. Bunun içinde çocuğa manikür ve pedikür malzemeleri alınabilir.

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

(0531) 894 1018
0 538 429 91 05

Kategoriler
Genel

Dürüstlük Ve Samimiyet

Dünyadaki en değerli ilkeler dürüstlük ve samimiyettir. Yapılan araştırmalarda insanların en çok önem verdiği değerin dürüstlük ve samimiyet olduğu anlaşılmıştır. Başka yapılan bir araştırmada da insanların doğuştan dürüstlüğe samimiyete ve ikiyüzlülük ve yalana karşı da yatkınlığı bir meyilli olduğu anlaşılmıştır. Samimiyet insan ilişkilerinde güveni arttırır.

İş Hayatı

İşe karşı samimiyet, kendine karşı samimiyet, diğer insanlara samimiyet diye durumu ayırmak istiyorum.işe karşı olan samimiyet ilgiyi ve çabayı arttırır. İşteki motivasyonu arttırır. Kendine karşı olan samimiyet yüzleşememekten kaynaklı problemleri çözülebilir kılar. İçsel çelişki ve çatışmaları kaldırmaya yardım eder. Diğer insanlara olan samimiyet ilişkilerdeki bağlılığı kuvvetlendirir. Eğer kişi şartların ve koşulların değişmesine bağlı olarak menfaat ve çıkarları göz ederse samimiyet bozulur. Bağlılık azalır.

İlişkilerde Samimiyet

İlişkiler samimiyetten uzak olursa kişi güçten düşer zayıflarsa yalnız kalır. Samimiyet için güvene bir yatırım diye de düşünebiliriz.bir kişiyi onda bulunmayan bir özelliğini övmek samimi bir tutum olmaz. Aynı şekilde bir kişide olmayan olumsuz bir özelliği varmış gibi söylemekte samimiyet değildir. Büyük ve önemli düşünceler ve davranışlar için içtenlik şarttır. Bütün yapılan işlerde ikiyüzlülük ve yalanla karşılaşabiliriz. Bir insanın en büyük gücü onun niyetinin saflığındadır.

Dürüstlük ve samimiyet iknayı arttırır. Daha kolay kabul görür. Hayallere ve hedeflere ulaşmak için içtenlik şarttır. İkiyüzlülük bazen şekillerle, reklamla, nezaketle, politikayla, misyonerlikle yapılır. Dürüstlüğü ve samimiyeti sözcükler değil ses tonu ve gözler söyler. Fazla olan nezakette yalan vardır. içtenlik iyi algı yaratır. Öğrenmeyi sağlar ve unutmayı engeller.

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

Kategoriler
Genel

Korku ile Kaygı arasındaki fark

Korku ile kaygı arasındaki fark korkunun nedeninin bilindiği hallerde kullanılır. Bizi korkutanın ne olduğunu biliriz. Diğer yandan kaygı Sorunun ne olduğunu bilmeksizin duyduğumuz belli belirsiz bir korkudur. Korkunun öğrenildiği durum çoğu kez kolaylıkla unutulabilir.

İnsanoğlunun yapısında kendisinden güçlü olandan ya da bilinmeyenden çekinme, korkma duygusu vardır. Bu duygunun belli zamanlarda veya belli olaylar karşısında ortaya çıkması, artış göstermesi çok normaldir. Korku ve kaygı hali yaşanan duygu değişimlerine verilen adlardır. İnsanın doğasında olması normal kabul edilen bu iki duygu birbirinin aynı olmamakla birlikte çoğu zaman aynı kabul edilmektedir. Oysa korku durumunun normal boyutlarda kalması şartıyla insan olmanın doğasında olduğu, üst boyutlarda yaşanan kaygının ise ruhsal bir tehlikeye işaret ettiği bilinmelidir.

 

Korku Nedir ?

Herhangi bir tehlike ya da tehlike düşüncesi karşısında duyulan üzüntü, kötülük gelme ihtimali olarak tanımlanabilir. Başka şekilde ifade etmek gerekirse gerçek ya da beklenen bir tehlike karşısında uyanan beniz sararması, solunum hızlanması, ağız kuruması gibi fiziksel değişimlerle kendini hissettiren ruh durumu diyebiliriz. Korkutucu durumla ilgili çocukluk yıllarında yani belleğin çok iyi olmadığı bir dönemde karşılaşmış olabiliriz. Korkutucu yaşantı reddedilmiş veya bastırılmış olabilir. psikolojik tedavide deşme ( probing ) denilen yöntemle hatırlama sağlanır. Korkunun koşullandığı her durumda nedenini bilmediğimiz huzursuzluk verici bir kaygı duyarız. Kaygının meydana geliş yollarından biride uyarıcı genellemesidir. ( Stimulus generalization ) Duruma benzeyen durumlara ilişki kurma öğrenilir.

 

Korku Halinde Yaşanan Değişimler:

  1. Kan basıncının artması
  2. Damarların genişlemesi
  3. Kan şekerinin yükselmesi
  4. Gözbebeklerinin büyümesi
  5. Kalp atışının hızlanması

 

Kaygı Nedir?

Kaygı yoğun korku duygusu ve bu duyguya ek olarak bedensel belirtilerin gözlendiği psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Hissedilen yoğun korkunun doğurduğu kaygı kişinin sağlıklı şekilde düşünmesini, doğru algılamasını ve karar vermesini olumsuz etkiler. Kaygı durumunun öne çıkan özelliği var olmayan bir olay ya da durumdan kaynaklanıyor olmasıdır. Bu durum yüzünden kişi hiçbir şeye konsantre olamaz, motivasyon eksikliği nedeniyle hem özel yaşamı hem de sosyal yaşamı sekteye uğrar.

 

Kaygının Belirtileri:

  1. Çevrenin değişime uğradığı algısı
  2. Fiziksel zarar göreceğini düşünmesi
  3. Motivasyon eksikliği
  4. Yoğun endişe hali
  5. Yoğun kaygı
  6. Çaresiz hissetme
  7. Kalp atışında artış
  8. Çarpıntı
  9. Ağız kuruluğu
  10. Nefes alamama hali
  11. Boğulma hissi
  12. Baş ağrısı ve baş dönmesi
  13. Kas gerginliği
  14. Cinsel isteksizlik

 

Korku İle Kaygı Arasındaki Farklar Nelerdir?

  • Korku ile kaygının en temel farkı neyden kaynaklı oldukları noktasıdır. Yani korku var olan bir şeyden çekinmekken kaygı henüz oluşmamış ya da hiç oluşmayacak bir şeyden çekinme durumudur. Diğer bir ifadeyle korku nedeni bilinen durumlarda ortaya çıkarken kaygı nedeni bilinmeyen durumlar için hissedilen yoğun korku halidir.
  • Korku duygusu sağlıklı bir duygudur. Yani varlığı bireyler için sıkıntılı bir durum değildir. Oysa kaygı için aynı şeyi söylemek doğru olmaz. Özellikle kaygı düzeyinin yüksek olması çeşitli olumsuzluklara işaret eder.
  • Korku çabuk unutulan bir duyguyken kaygı böyle değildir. Yerleşmiş ve hastalık derecesine ulaşan bir duygudur.
  • İki duyguyu somutlaştırmak gerekirse bir kişinin yılandan çekinmesi korku olarak adlandırılırken gireceği bir sınav için aşırı derecede endişelenmesi kaygı olarak adlandırılır.

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

(0531) 894 1018
0 538 429 91 05

Kategoriler
Genel

Madde Kullanımı ve Bağımlılığı

Vücudun rutin işleyişini olumsuz şekilde etkileyerek değiştiren çeşitli maddelerin kullanılması, oluşturduğu zarara rağmen bu maddenin kullanılmaya devam edilmesi durumuna “madde bağımlılığı” denmektedir. Madde bağımlılığı kademeli olarak artış göstermek yerine kısa sürede vücudu etkisi altına alarak aynı düzeyde zararla vücudu kontrolü altına alır. Kişi kısa sürede yoksunluk belirtilerine yenik düşer.

 

Madde Bağımlılığının Nedenleri:

Madde bağımlılığının nedenlerini tek bir çerçevede değerlendirmek yerine belli gruplarda incelemek mümkündür.

 

Ailesel Nedenler:

Madde kullananların ailesel geçmişi incelendiğinde genellikle sorunlu bir geçmiş karşımıza çıkar. Şöyle ki anne baba arasındaki anlaşmazlıklar, anne babanın resmen ayrı olması ya da anlaşmazlık nedeniyle ayrı evlerde yaşıyor olmaları, aşırı aile baskısı, babanın çocuğu üzerindeki gereksiz otorite kurma çabaları, ailenin çocuğuyla hiç ilgilenmemesi gibi olumsuzluklar madde bağımlılığının zeminini oluşturur.

 

Kişisel Nedenler:

Madde bağımlıları arasında yapılan araştırmalarda hastaların kişisel sorunlarının olduğu ve bu sorunlarla baş etme başarısındaki azlığın bağımlılık derecesini arttırdığı ortaya çıkmaktadır. Kalabalık şehirlerde yaşanan yalnızlık duygusu, kişinin kendini kalabalıklar arasında tek hissetmesi gibi ruh durumları madde kullanımını gündeme getirir.

 

Madde Kullanımına Neden Başlanır?

  • Madde kullanımı birçok farklı nedenle başlayabilir. Bu durumun tek bir nedeni bulunmaz. Madde kullanımında öne çıkan ilk neden gençler arasındaki meraktır. Özellikle detaylı ve abartılarak yapılan anlatımlar gençler arasında aşırı bir merak duygusu uyandırır. Bunun dışında kişi maddenin kendisinde uyandıracağı duyguyu merak ettiği için de madde kullanımına yönelmektedir.
  • Madde kullanımına başlamanın bir diğer nedeni de toplumsal sorunların varlığıdır. Gençlerin özellikle gelecek kaygısı duymaları onları madde kullanımına itmektedir. Duyulan derin kaygı aslında isyankar, yıkıcı ve kırıcı olmayan gençleri bu kimliklerle karşımıza çıkarır.
  • Aile ilişkilerindeki sorunlar gençleri madde kullanımına iter. Bunun nedeni yalnız ve çaresiz hisseden gençlerin bir sığınma noktası aramaları, bunu da madde kullanımında bulmalarıdır.
  • Gençlerin kendilerini kanıtlamaya çalışmaları madde kullanımını gündeme getirir. Ailelerinin dışında bir hayat kurmak isteyen, bağımsızlıklarını kanıtlama çabası olan gençler bu yola saparlar. Ancak bu durum sağlıklı bireylerde değil daha çok sorun yaşayan bireylerde göze çarpar.

Zayıf kişiliğe sahip gençler madde kullanımına daha yatkın kişilerdir. Sosyal ilişkilerinde başarılı olmayan, yalnızlığa itilmiş gençler madde kullanımına daha yatkındır.

Afyon ve Eroin Öferi

Doğu ülkelerinde asırlardır bilinen afyon, Yakın ve uzak doğuda yetişen bir haşhaş türünün olgunlaşmamış meyve kapsüllerinin çizilmesi sonucu sızan sıvının katılaşması ile elde edilir. Nebat özündeki aktif bileşeni morfindir. Morfinin bir türevi olan eroin morfine göre daha büyük bir etki gücüne sahiptir.

Eroin öferi, dalgınlık durumu yarı uykuluk hali ve düşünme süreçlerinde bir yavaşlamaya neden olur. İlacın çok yüksek bir tutkunluk yaratma gücü vardır. Birey ve toplum içinde en tehlikeli yönü de budur. Eroin tutkununun eroinle yüksek bir töleransı vardır. ilacın psikoaktif etkisini sağlayabilmek için gittikçe artan miktarların alınması zorunludur. Yasa dışı oluşu Ve bu yüzden pahalılığı pek çok eroin tutkununu alışkanlıklarının bir ücreti olarak suça zorlar. Ancak bu kişileri “ilaçsız edemez” hale sokan, ilacın doğurduğu öf ariden ziyade ilaç alınmadığında ortaya çıkan yoksunluk belirtileridir. Akut nitelikli bu belirtiler çabuk kızamık, uykusuzluk, kusma, ürperme, terleme, kas spazmı, esneme, hapşırma, ve ilaç için dayanılmaz bir istektir. Belirtiler ilacın kesilmesinden yaklaşık bir hafta sonra görülür.

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

(0531) 894 1018
0 538 429 91 05

Kategoriler
Genel

Cinsel Kimlik Bozukluğu

DSM-IV deki cinsel kimlik bozukluğu kategorisi, kendi anatomik cinsiyetinden memnun olmayan ve karşı cinsten olmak isteyen yani cinsel kimlik açısından hoşnutsuz (disfobik) kişileri kapsar. Bunlar arasında cerrahi olarak diğer cinsiyete geçme arzusu taşıyanlar da vardır ve cinsel kimlik bozukluğu açısından en uçta olan bu kişilere transseksüeller denir. DSM-IV deki diğer bir alt gruplama ise kişinin hangi dönemde olduğu yani çocukluk döneminde mi ergenlik ( adolesan ) döneminde mi, yoksa yetişkinlik döneminde mi olduğuna göre yapılır. Nadiren karşı cinsten olduklarını iddia eden şizofrenliklerle, anatomik olarak her iki cinse ait cinsel organlara sahip olan kişiler Cinsel kimlik bozukluğu dışında bırakılmalıdır. Cinsel kimlik bozukluğu aynı zamanda daha sonra cinsel sapkınlıklar bölümünde ele alınacak olan travestiden de ayırtedilmelidir. Her ne kadar travestiler karşıt cinsiyetteymiş gibi giyinseler de kendilerini karşı cinsiyetteymiş gibi hissetmezler.

Cinsel kimlik bozukluğunun etkileri

Cinsel kimlik bozukluğu olan kişiler bu psikolojik durumlardan ötürü genellikle depresyon ve kaygı yaşarlar. Hatta cinsel kimlik bozukluğu olan bir erkek bir başka erkeğe duyduğu ilgiyi geleneksel heteroseksüel bir tercih olarak yaşayabilir, çünkü kendini bir kadın olarak görmektedir. Bunlara bağlı olarak da cinsel kimlik bozukluğu olan kişiler diğer insanlar tarafından kolayca kabul edilmezler ve karşıt cins gibi giyinmeyi tercih edenlerin iş bulmada da zorlukları olur. Cinsel kimlik bozukluğu olan kadınlar karşı cins gibi giyinseler de çok zorluk yaşamazlar, çünkü kadınların erkekler gibi giyinmesi örneğin pantolon giyinmesi sorun yaratmaz.

Görülme Oranı

Cinsel kimlik bozukluğunun görülme sıklığı düşüktür. Görülme oranı erkeklerde 30.000 de bir, kadınlarda ise 100.000 – 150.000 de bir şeklindedir.

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

(0531) 894 1018
0 538 429 91 05

Kategoriler
Genel

Annesiz ve Babasız Büyüyen Çocuklar Sorunlu Olur mu?

Tamamen bu nedene dayandırmak doğru olmaz ama büyük oranda doğruluk payı vardır. Anne baba çocuk için bakım verendir, çocuğun bedeninin sağlıklı gelişimini sağlar, sevgi ve şefkat verendir, çocuğun tutarlı duygusal gelişimi için öncülük eder, disiplin verendir, aşırılıklarını dizginler, iyi davranışları için model olur, çocuğun ekonomik güvencesidir, yaşamı boyunca en fazla güvenebileceği figürlerdir. Bütün bu nedenlerle, çocuk gelişiminde bu kadar çok işlev taşıyan anne babadan yoksun kalmak her çocuk için zordur.

Yapılan araştırmalar ve klinik deneyimler gösteriyor ki anne veya babanın gereken yerde ve zamanda çocuğun yaşamında olmaması, çocuğun o anda ve gelecekte pek çok psikolojik ve fizyolojik problem yasamasına zemin hazırlayabilmektedir. Bebeklikte anneden yoksun büyüyenlerin ileri yaşlarda bağımlı kişilik yapısı geliştirebildiklerini, hatta terk depresyonu’ dediğimiz, kaybetmeye / yalnız kalmaya aşırı tahammülsüzlük ile tipik kronik depresyonlara yatkın oldukları bilinen bir gerçektir.

Ebeveyn Yoksunluğu

Ebeveyn yoksunluğu çocuğun gelişimini dahi aksatabilir, konuşmayı geciktirebilir, kas gelişimi zayıf kalabilir, zeka gelişimi duraksayabilir. Annenin yetersiz kalarak büyüttüğü çocuklarda ve bazen yuva çocuklarında; insanlarla ilişkilerde sınırsızlıklarla tipik ‘reaktif bağlanma bozukluğu’ dediğimiz sorunu sıklıkla görebiliyoruz. Anne baba modelinin olmadığı bir ergen, ciddi kimlik karmaşası ve kişilik patolojisi yasamaya aday demektir.

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

(0531) 894 1018
0 538 429 91 05

Kategoriler
Genel

Takıntılar

Günümüz de birçok psikolojik hastalıkların yaşandığı rahatsızlıklardan biri de takıntıdır. Basit anlatımla saplantı, takıntı yani yaptığı her şeyi tekrar tekrar kontrol etme durumu kişi bunun anlamsız olduğunu bilmesine rağmen bunu üzerinden atamama hali diyebiliriz.

Takıntı Nedir ?

Halka arasındaki deyimle ”evham” tıptaki adıyla obesesif kompülsif olarak adlandırılmakta. Yukarıda da belirtildiği gibi saplantı haline gelen düşüncelerini kontrol edememe durumu ve yaptığı her şeyi kontrol etme ihtiyacı hissetmesidir. Bu takıntıların için de en sık görüleni ise temizlik hastalığıdır. Kişi dokunduğu her şeyden hastalık kapacağı endişesi ile sürekli elini yıkaması veya sık sık banyo yapma ihtiyacı hissetmesi, dışarıdan hastalık bulaşır korkusuyla kendin eve hapsedercesine dışarıya karşı kendini izole etmesi. Bir diğer takıntı, Şüphe takıntısıdır. Örneğin: Evden çıkarken kapıyı kapattım mı, ya da ışıkları söndürdüm mü veya ocağı kapattım mı? Gibi bir çok şüphelerle defalarca eve girip çıkmalar, defalarca kontrol etmelerin yaşanmasına neden olur.
Obesesif kompüsif tamamen biyolojik bir rahatsızlıktır. Beyindeki serotonin isimli hormonun yeterli düzeyde salgılanmaması nedeniyle, çevredeki faktörlerin etkisiyle ortaya çıkıyor. Tabi ki bu rahatsızlıkta genetik faktörleri de unutmamalıyız. Bu hastalık ülkemizde her % 2- 3 oranın da bulunmakla beraber en çok yirmili yaşlarda görülmektedir.

Bir Takıntı Ne Zaman Hastalığa Dönüşür ?

Şunu belirtmekte yarar vardır. Her takıntı hastalık değildir, günlük yaşamında masumane ufak tefek takıntıları olan birçok insan yaşıyor. Ayrıca kişilik özelliklerinden kaynaklanan kuralcı, tertipli, tutumlu, titiz gibi kişilik özelliklerine sahip insanlarda vardır. Bu özellikleri sayesin de hem iş, hem de sosyal yaşamın da birçok başarılı insanlarımız bulunmaktadır. Takıntı ne zaman hastalığa dönüşür sorusuna gelince. Kısaca kişini hem sosyal, hem iş, hem de kişisel yaşamında düzensizliklere ve problemlere yol açmaya başladıysa o zaman bu takıntılar hastalığa dönüşmüş demektir.

Tedavi ve süresi

Hastalığın teşhisi konulduktan sonra belirli ilaçlar ile birlikte ‘davranışçı’ denilen özel bir tekniğin uygulanmasından ibarettir. Aynı zaman da depresyon tedavisin de kullanılan beyin de ‘’serotonin’’denilen bir hormonun düzeyini artırmak yoluyla etki eden bir grup ilaç Obesesif kompülsif ( OKB ) hastaların da olumlu sonuç vermektedir. Yalnız bu ilaçlar depresyon tedavisine oranla daha yüksek dozda (2- 3 kat) ve daha uzun süreli bir tedaviyi gerektiriyor. Tedavini olumlu etkileri tedaviye başladıktan bir kaç ay sonra etkisini göstermeye başlıyor. Davranışçı psikoterepi denilen yöntemle de kısaca hastalığın doğası hakkında bilgilendirme yapılır ve bu hastalığın bir beyin bozukluğundan kaynaklandığını bilmek bile çoğu hastayı rahatlatmaktadır. Takıntılı davranışların yerine uyuma yönelik ve kişinin yaşamını zorlaştırmayan başka davranışlar geliştirilmeye çalışılıyor. Ayrıca kişinin iradesinin de hastalıkla mücadele de ilaçlı tedavi kadar önemli ve zorunlu olduğu hastaya telkin edilir. Obesesif kompülsif hastalarına ev ödevleri verilerek hastalıkla mücadelede cesaretlendirilmeye çalışılıyor.
Sonuç olarak hem ilaçlı, hem de davranışçı psikoterepinin uygulandığı tedavilerin % 80 – 90 oranın da başarılı olduğu gözlenmiştir. Sadece %10 oranında ki hastaların tedavilerine yanıt vermediği yada ilerleme sağlanamadığı gözlemlenmiştir.

Psikolog Narek Karasu Bakırköy ve Nişantaşı ofislerinde hizmet vermektedir. İstanbul dışında olan danışanlar için internet yoluyla da hizmet vermektedir.

Randevu ve bilgi almak için 7/ 24 ulaşabilirsiniz.

(0531) 894 1018
0 538 429 91 05